2

124 9 3
                                    

Beşinci Mektup

Ağlayın çocuklar! Hem de var kuvvetinizle ağlayın. Bayram geliyor. Fakat sade ağlamayın, tepinin.

– Cici giysi isterim, diye ağzınızı yayarak, gözlerinizden yaş akıtarak, yerlere serilerek, çırpınarak, merdivenlere sarılarak, dayak yiyerek, giysiden başka bir şeyle susmamak üzere ağlayın. Öyle bir ağlayın ki evin içi zırıltıyla dolsun, o derece dolsun ki babanızın da, annenizin de kendilerine gelecek güçleri kalmasın... diye düşünürken çarşı kapısında bir tanesine rastladım.

Henüz altı yedi yaşlarında, başında püskülsüz ve ipeğinin yukarı kalkık durmasından dolayı para kumbaralarının yarısını andıran dilim dilim bir fes var. Saçlar kıvırcık, biraz tombul, kirli beyaz çehreli, kulakları kalkık, gözleri cin gibi fırlak, evde ağladığını ispat eden sağlı sollu yaş yollarıyla yüzü çift çizgili, dudakları kızarmış, feryat etmeye hazır, hırkalı, askılı pantolonlu, kunduraları birer tarafa son derecede basık bir ufaklık anasının eline yapışmış; babasının arkasından yürüyordu. Fakat ne yürüyüş, kavga edercesine! Gözleri fırıldak gibi dönüyor. Muhallebicinin önüne gelince ufacıcık gerildi. Giysi hevesini anında unutarak, zıplaya zıplaya, ağzını yaya yaya yürümeye başladı. Eliyle, parmağıyla her dükkânı gösteriyor, simitçiye gülüyor, poğaçacıya imreniyor, önündeki çocuğun püskülünü çekiyor, ayağı sürçüp kayıyor, anasının eteğine asılıyor, Japon malı şişirme düdüklerden istiyor, yeşilli, allı, morlu balonlara saldıracak gibi bakıyor.

Bu küçük, gözümün önünden kaybolur kaybolmaz, sümbüle benzeyen yüzüyle bir tanesi daha göründü. Sarışın, fesi bir buçuk aylık kalıbın dayanıklılık veren etkisinden mahrum, fakat püsküllü. Hurma kabuğundan terlik, gümüş güğüm, şap, sarımsak, yirmi bir çörekotu saklı nüshalı, gözler ağlamış, dudaklar bükülmüş, surat asık, galiba birkaç tokat yemiş, yarı resmî ceketli, pantolonlu, çıkıtık çıkıtık öten lâstik ayakkabılı... Sürekli önüne bakıyor. Büyükannesi nohut renkli elbise giymiş, önünde; anası siyah çarşaflı, yanında; hizmetçi mavi çarşaflı, arkada gidiyorlar. Bakılsa, ezberlenmiş gibi giyim dükkânına gittikleri zannedilecek.

Alın bir daha! Fakat bu fena. Kıvırcık, gözlerinin içi gülüyor; sevimli, hüngür hüngür ağlıyor. Dönüp dönüp iskete kuşu gibi öten düdükleri satan Yahudi'ye bakıyor.

Alın bir daha! Pembe şapkalı, önü dantelâlı. Kırmalı kanarya sarısı elbiseli, elinde mor şemsiye; zayıfça, biraz ağlamış. O da haline rağmen direniyor.

Bunların sonu gelir mi? Fakat bu gelen dehşetli! Elbiseli, kılıç belde, apolet omuzda, asker püskülü anasının hızla çekip götürmesinden fırıl fırıl dönüyor, o da tin tin gidiyor, elinde bir simit kemiriyor.

O! Bu daha yaman! Aman Allah! Çarşı birbirine karışacak. Babası elinden tutmuş, o yerlere yatıyor, fes elinde, hıçkıra hıçkıra ağlıyor, lâstiğin biri fırlamış, pantolonunun arkası çamur içinde. Bağırmaktan kısılmış sesiyle:

– Gitmem, gitmem! diye haykırıyor. Babası hem çekiyor hem:

– Yürü hınzır! Bak eve gidelim de, seni nasıl gebertiyorum! diye tehdit ediyor. Fakat kim dinler, haydi!

– Ne âlâ makaralarım var, dikiş iğnelerim! diyen Yahudi'ye tutunuyor. Babası ikisini birden çekip götürüyor; Yahudi hayrette! Kendini zor kurtarıyor. Aman! Aman! Dokunmasın. Eyvah! İhtiyar kadının değneğine çarptı. Varda! Destur! Ben demedim mi? Poğaçacının sehpasına ayağını taktı.

Oh! Bu ne kadar nazik, ne kadar terbiyeli... Mavi püsküllü al fesi, sarı güzelce kesilmiş saçlarına, kaşlarına kadar oturtulmuş; lâcivert, içi kırmızıya çalan gözleri huzurlu; bakışları sevinçli, ağırbaşlı fakat azıcık endişeli. Pantolonu kısa, siyah çorapları meydanda. Bağlama ayakkabı üzerine temiz lâstikler çekilmiş, eller serbest, ta önde kibarca yürüyor, arada balona bakıyorsa da hırslı değil, tokgözlü.

Şehir MektuplarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin