3

59 7 2
                                    

Onuncu Mektup

Bu sene kömürcülere yaradı vesselâm... Comic-Review yazarının "İstanbul'da Bir Kış" başlığıyla yazdığına göre kar, o beyaz ve soğuk örtü, havalar sert olup da karayel uğrağı üzerinden gerilmeye başlayınca şehrin genel görünüşü başka bir şekil almaktaymış. Hatta Kadıköy'ün beş numarasına medenî bir örnek olan Rumeli treninin vagonlarına, dört numarasıyla rekabet eden 'Aksaray-Samatya' tramvaylarının tamamına kar dolar müşteriler de güya kızak kayar gibi seyir ederlermiş. Fakat mübalağanın da bu derecesi çekilmez, çünkü tramvaylarda üşümek mümkün olsa bile vagonların hıncahınç dolu olması, önde ateşli bir makine bulunması, tekerleklerin demir çubuklara sürtünmesi ve temas etmesiyle sıcaklığın oluşmasına yardım etmesi, insanı sıkıntı içinde buram buram terletmektedir.

Adı geçen yazar, Bakırköy ve Ayastefanos hattında gidip gelen araç hakkındaki "Buharlı Arabalar" isimli yazısında diyor ki:

"Avrupa'da şimdilerde 'otomobil', yani buharlı arabalar namıyla bilinen yeni aletler, Türkiye'de bundan yirmibeş-otuz sene evvel Baron Hirş namında bir maden mühendisi tarafından icat edilmiştir. Bu arabalar küçük küçük dört tekerlekli olup kokkömürü yakar, yağmur sularıyla istim alır ve kendine mahsus eğri büğrü, dolambaçlı; yılan gibi kabartma bir yol üzerinden yürür. Yola çıkışında ve son durağa varışında düdük çalar, yolunun üzerinde bulunanları çiğner, devirir. Sirkeci'den hareketinden bir çeyrek sonra Kumkapı'ya, sekiz dakika sonra Yenikapı'ya, on dakika sonra Samatya'ya, Samatya'dan yedi dakika sonra Narlıkapı'ya, ondan sonra da yarlar, bayırlar, düzlükler, köprüler, nehirler geçerek, yokuş çıkarak ve yolda ah vaha benzeyen iç sıkıntılarıyla bir saatten on üç dakika eksik bir zamanda Bakırköy'e varır. Bu seyahat esnasında büyük sarsıntılar, derinden gürültüler, kafa karambolleri, üşüme, titreme, salıntı, yazın ise boğuntu hissedildiği gibi arada sırada da otomatik yani makineye bağlı önemli şahıslardan şapkalı, şık biri kapıyı açarak içinden konuşanları andırır bir surette:

– Bilet, der, elindeki zımbayla bileti deler.

Bu şahıslar, Fransızca'dan ve Almanca'dan başka lisan bilmezler.

Bakırköy, İstanbul'un verem, istiska, sıtma, dizanteri illetlerinden mustarip hastalarına özel, köy şeklinde bir hastanesidir. Baron Hirş para derdine tutulduğu zaman buranın havasıyla kendine geldiği için burayı yolunun üstüne düşürmüştür. Fakat köyün her nedense içinde saklı kalmış bir yerinde duran bazı kötülük hali, şu günlerde de yüz göstermeye başlamıştır.

Meselâ birkaç haftadan beridir hırsızlıkların meydana gelmekte olduğu söyleniyor. Hele bu sebeple işitilen komikliklerin haddi hesabı bulunmuyor.

Amerikalının araştırmalarına göre Bakırköy'de üç türlü hırsızlık meydana gelmektedir. Bunların birincisi adî bir hırsızlık olup, beş on senede bir kundura, palto, şemsiye, sahan gibi şeylerin aşırılmasından, ikincisi aşk ve alâka sebebiyle hizmetçilerin ve diğerlerinin öteberi almalarından, üçüncüsü de hayal kuruntularının yayılmasından ibarettir.

Birinci çeşit hırsızlıkların açıklamaya ihtiyacı yoktur. İkinci tür hırsızlıklar korte âlemlerinin sevgililere tanımış olduğu fırsattan istifade edilerek ortaya çıkan ve gece mutfak altları, yer odaları, kapı önleri, bahçe ortaları, kiler, çamaşırlık, sandık odası gibi mekânların müsaade ettiği yerlerde kopan gürültülerle meydana çıkmıştır.

Üçüncü tür hırsızlığı iyiden iyiye açıklamak için aşağıdaki hikâyeyi yazalım: "Hırsız" sözünü duyan evdekilerden biri, gazinodan yavaşça kalkar. Gece ortalık yarı karanlık ve sokaklar tenha, uzaklarda bir ses, rüzgâr estikçe bir uğultu var, hızlı hızlı yürüyor, telâş ve korku nefesini tıkıyor. Eve bir varsa, kapıları sürmeleyip yatağa serilse rahat edecek. Acaba çoluk çocuğu ne halde? Ya eve hırsız girmişse? Aman Yarabbi! Ya şimdi önüne çıkarsa! (Ufak bir karaltı görünür.) Can havliyle:

Şehir MektuplarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin