7

27 5 0
                                    

Otuzuncu Mektup

Pabuç arbedesine dair...

Mahkemeye gidecek misiniz? Öncelikle dikkatlerinizi bir 'on paralık'ın cebinizde bulunup bulunmadığına toplamalısınız! Yoksa giremezsiniz. Zira pabuççu denilen edepsizlikleriyle meşhur olan bazı adamlar sizi yoldan men eder. Ama siz fakirmişsiniz, o gün şahadete, davaya gelmişsiniz, yarım saat gecikirseniz kaybedecekmişsiniz, kimin umurunda? Pabuççu bu! İnsanın sade pabucunu değil kendisini bile ters yüzüne döndürür. Herifler gürültüye pabuç kaldırmazlar. Ağaca çıksalar pabuçları yerde kalmaz. Bir kere onlar "Al abdestini, ver pabucumu" demeyi öğrenmişler. Merdiven başlarını kesip almışlar. Biz küçükken:

'Halayık! Halayık! Pabucuma lâyık' kılıklı şiir parçalarıyla eğlenirdik ama bunlar ciddî şeyler! Bunlar çıkalı eski, terbiyeli odabaşıların, hademenin, kapı uşaklarının pabuçları dama atıldı. Pabucu büyüğün bedduası bile onlara kâr etmez. Mübareklerdeki dil, dil değil pabuç!

Şaka değil. Evvelki pazartesi günü saat altı sularında birinci ceza mahkemesinde meydana gelen kargaşayı görenler hayret içinde kalmışlardır. Fakir, adeta geçimini sağlayacak kadar parayı bulabilmekten aciz bir adam, şahitlik yapmak üzere mahkemeye çağırılır. Bîçare, köhne pabuçlarını birer birer koltukaltına yerleştirir. O, zaruret hali ve fakirliğiyle bir resmî daireye girildiği zaman, ona lâyık olan hürmetin sokakta gezdiği pabuçlarla girmemek olduğunu düşünen garibanın yoluna dikilir pabuççu:

– On para!

– Niçin?

– Pabuç parası!

– Pabuçlarım koltuğumda!

– Nerede olursa olsun! On para!

– Yok.

– Yok mu? Öyleyse giremezsin...

– Ne demek? Beni mahkeme çağırmış...

– Ben bilmem, on para!

– Vallahi yok.

– Burası mahkeme değil. Yemin dinlemem... On para yahut dışarıya.

– Çıkmam!

– Çıkacaksın...

– Çıkmam! İşim var mahkemeye gideceğim.

– Çıkmaz mısın? Yapış Mehmet.

İki herif zavallıya abanıyorlar. Çek bre çek. Bu aralık adamın biri yetişiyor. Kalabalığı yararak:

– Nedir o?

– Onluğu vermiyor usta.

– Vermiyor mu? Dur! Öyleyse! Polis al şunu. O ana kadar bîçareye inen sille, tokada karşı kayıtsız duran polis kımıldıyor. Üç kişi, bir de bekçi dört. Fakiri yakalayınca kulübeye tıkıyorlar. Mahkeme mübaşiri, beyhude yere:

– Şahit. Falan yerli falan geldi mi? diye koca mahkeme koridorlarını öttürüyor. Haberi yok ki bekçiyle çırakları şahidi dövüp hapsetmişler de zavallı habire inliyor.

Adliye gibi önemli ve devlet büyüklerinden fakir fukaraya kadar herkese açık olan bir yerde bunun gibi karışıklıkların meydana çıkması ve orayı korumakla görevli olup huzuru sarsacak en ufak bir hadiseyi ortadan kaldırmakla görevli olan polisin, vazifesinin aleyhine bir bîçarenin hor görülmesine meydan vermesi, gerçekten üzücü hallerdendir. Öyle ümit ederim ki bu kendimce yakınışım insafla ve dikkatle incelenir de pabuççular yerli yerinde bırakılıp işlerine devam ettirilse bile, 'Verenden al!' adil prensibiyle garip, fakir fukaranın iki ayağı bir pabuca konulur.

Şehir MektuplarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin