9

35 5 0
                                    


Kırk Üçüncü Mektup

Kurtarma

Evvelki gün Edirne Kapısı'ndan Zincirlikuyu semtine doğru funda yüklü, pupa kulak, kısık kuyruk sefere çıkmış olan bir merkep; her nasılsa orta çamurlarına kapılmış ve boğulmasına ramak kalmış iken, yardım isteyen anırışlarına ve komşuların feryadına yetişen kimseler tarafından güç hal ile kurtarılmıştır. Denildiğine göre, köşedeki bakkal dizlerine kadar batmıştır.

Denizde İftar

Akşamüstü, saat on biri çeyrek geçe Köprü'den hareket eden 'tonton' müşterilerinin Selimiye Kışlası önlerinde iftara yetiştiklerini muhabirimiz yazıyor.

İhtar

Sırma gibi süpürgemin ince teli: Bum!

Hiç toz koymaz süpürür her yeri: Bum!

Süpürgeleri satarsam şimdi: Bum!

Döner gider evime rahat ederim: Bum!

Hasır süpürgesi

Hasır süpürgesi

Hasır süpürgem var

Hasır süpürgem var

kantosundaki 'Bum!'ların Topatanlar tarafından Dekadanlar'a birer ölüm çukuru açmak üzere bulunmuş ve icat edilmiş olduğu rivayeti kulağımıza geldi, yalanlamakta acele eyleriz.

Sosyoloji

Hizmet gazetesinde yazılı bulunan Sosyoloji makalesinin Larousse'tan ve La Grand Ansiklopedisi'nden alınma olmayıp Spinoza'dan aşırıldığı hakkındaki rivayeti Ahenk'in Şehir Mektupçusu reddederek bunun karmakarışık bir mahsul ve üstelik araştırma ve incelemeden çok uzak olduğunu bildiriyor. Zihni karışık ve uzağı gören kimselere tavsiyesi yerinde olur.

Güneş

Sokak ve çarşılarda yer yer dikkatimizi çeken çamur ve su birikintileri ile başka süprüntülerin birleşmelerinden dolayı araba tekerlerinden, beygir ayaklarından, iri kunduralardan, sürçme ve türlü türlü düzensiz hareketler sebebiyle fırlayan zifoslardan bezmiş ve lekelenmiş olan halkın; "Ver Allah'ım ver, bir kızgın güneş" mısraı ile bir ağızdan türkü çağırdıkları işitilmiştir.

Kırk Dördüncü Mektup

Eyvah! Beni görenler; "Vah! Vah! Şehir Mektupçusuna pek yazık oldu" diyorlar. Hem o kadar hüzünlü ve o kadar acıyarak yazık oldu diyorlar ki herkes tarafından bilinen dayanıklılığım ağır basmasa hüngür hüngür ağlayacağım geliyor. Adeta garipsiyorum, yüksünecek gibi göğüs geçiriyorum, içimden kabara kabara bir ah yükseliyor, dudaklarımı yaka yaka ağzımdan fırlayıp şu sıkıntılı gökyüzüne doğru yükseliyor. Gözlerim çok ağlamaktan bozulan, kapaklarının kenarı kızaran, mosmor bir kader halkasıyla kuşatılan, akı lekeli lekeli kanlı çizgilerle bulanık duran gözlere dönüyor. Tuhaf bir şaşılık ortaya çıkarak hem önümü, hem karşımdakini, hem de sol tarafa düşen eşyayı bir anda görüyorum. Kaşlarımın uçları, eğiminden kurtularak ok gibi kalkıyor, bana öyle geliyor ki burun deliklerim de şişiyor. Alt dudağım iki milimetre kadar uzayarak üst dudağımın bıyıkla kapanık tarafına uzanıyor. Acı bir yutkunma gırtlağımı aşağı yukarı ediyor. Kesik bir öksürük kuvvetli bir hıçkırıkla birleşerek mide, bağırsak, ciğer, böbrek, dalak, içyağı, safra torbası yerinden ayrılıp; daha ne varsa birer kere hoplayıp yine yerli yerine oturuyor. Kalbim, ah! Bin belâdan arta kalan kalbim o derece şiddetli vuruyor ki zayıflık ve güçsüzlükten Bağdadî bölmelerine dönen zavallı göğsümün altında birinin çekiç vurduğuna ihtimal veriyorum. O anda soğuk bir ter, yaprak yaprak açılan, bir ürpermeyle beraber belimin ortasından sızarak yanaklarımdan yukarıya doğru gidiyor, kıl ve saçların dikilmesinden dolayı bir hışırtı duyar gibi oluyorum. Dizlerim titriyor, bacaklarıma ince buzlu suya batırılıp epeyce sıkılmış bir tülbent sarılıyor zannediyorum. Avucumun içindeki parlak su damlacıkları, ince bir kanal gibi, hafif derince çiziklerden koluma doğru toplanıyor, otuz yediyle otuz dokuz arasında -humma hastalarında görülene denk- bir ateş ayalarımı cayır cayır yakıyor.

Şehir MektuplarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin