XL.

25.9K 1.4K 565
                                    

Şimdi ne olacak?

Bu soru aklımda dönüp duruyordu, indiğim her bir basamakla birlikte. Ne olacak? Bundan sonra ne olacak? Bir insan hayatı için dönüm noktası dediği olayı yaşadığında böyle mi oluyordu? Öncesi ve sonrası aklında silik parçalar halinde canlanıyor ama tam olarak netleşmiyor muydu? Hangi adımı, nereye atacaktım? Ben ne yapacaktım?

Ne yapacaktım?

Yapmam gereken tek şeyi yapmış gibi hissediyordum oysa evden çıkarken. Yapmam gereken tek şey o an için kapının ardında olmam gerekliliğiydi. En başında olması gerektiği gibi, o evin kapısının dışında kalmalıydım. O kapıdan içeri girdiğim anda kendimi bambaşka bir dünyada bulmuştum sanki. O kapının ardına geçtiğim günden bu yana hayatımda o kadar çok şey geri döndürülemez bir şekilde değişmişti ki. Kendimle birlikte büyümeyi keşfetmiştim. Güvenmeyi keşfetmiştim mesela. Dayanmayı ve dayanak olmayı öğrenmiştim. Aynı zamanda acıyı keşfetmiştim, yalanları ve sırları.

Her şeyin kişinin gösterdiği kadarıyla sınırlı olduğunu öğrenmiştim.

Peki şimdi? Şimdi ne yapacaktım öğrendiğim tüm bu şeylerle? Şimdi ne yapmam gerekiyordu Onat'ın bir zamanlar kaybettiği oğlunun gözümün önünden gitmeyen görüntüsüyle? Onat'ın duyduğu ve yaşattığı acıyla ne yapacaktım? İki kişinin de yükünü taşıyabilir miydim?

"Ya şimdi?" diye sordum görmeyen gözlerle basamakları inmeye devam ettiğim sırada. Görmüyordum hiçbir şeyi. Yönümü, yolumu bilmiyordum.

Ama ben ne yapacaktım sahiden? Nasıl unutacaktım? Bir parçası haline geldiğim, ortak olmaktan başka çaremin kalmadığı bu dayanılmaz ıstırap ile nasıl başa çıkacaktım? Onat ile Hanna'nın birbirlerine yaslanarak tuttuğu yasın görüntüsünü zihnimden nasıl silip atacaktım?

Kulaklarım en son duyduğum kelimenin tekrarından başka bir şey işitmiyordu.

Çık. Çık. Çık. ÇIK!

Evimden çık, hayatımdan çık, kalbimden çık, beni yalnız bırak. Beni acımla yalnız bırak. Ellerimi kulaklarıma sıkıca bastırmak zorunda kaldım. Vücudumun kontrolsüz titreyişinin sebebi kan kaybı mıydı yoksa yaşadığım şokla karışık üzüntü müydü bilmiyordum. Bazen yalpalayarak. Sağ ve sol. İki kez sağ ayağını atamazsın, sol ayağını da atmak zorundasın. İnsan iki bacağının üzerinde ayakta kalabilen bir varlıktır. Bu yüzden ayakta kalmak için iki ayağını birden ileri doğru atmak zorundasın. Ayakta kalmak zorundasın.

"Ayakta kalmak zorundasın."

Başımı sallayarak onayladım. Ayakta kalmak. Her zaman yaptığım şey değil miydi sahi ayakta kalmak? Ben buraya bunun için gelmemiş miydim? Ayaklarımın üzerinde durmak için. İki bacağımı da kullanmama izin vermeyen babamdan yine o iki bacağımın üzerinde buralara kaçmamış mıydım? Her şey, ayakta kalmak için değil miydi? Ayakta kalacaktım o halde. Deli gibi salladım başımı, elbette ayakta kalacaktım.

Çok küçükken anneannemin evindeyken izlediğim ilk film geliverdi aklıma birden. Bu filmin, Türkan Şoray'ın filmi olduğunu büyüdüğümde idrak edecektim ama o zamanlar beni çeken tek şey insanların bir kutu içerisinde hareket etmesi, konuşması ve hatta birbirini öldürmesiydi. Filmin ismini anımsamaya çalıştım. Vesikalı Yarim. İkinci izleyişimin üzerinden de belki birkaç yıl geçmesine rağmen, filmin asla unutamadığım bir sahnesi canlanmıştı aklımda.

"Sevgi de yetmiyormuş, çok eskiden rastlaşacaktık," diyordu Türkan Şoray, filmin sonunda sevdiği adama. Çünkü bazen aşk yalnızca aşk meselesi değil, zaman meselesiydi. Birlikte çok mutlu olabilecek iki insanın bazen doğru zamanda karşılaşması gerekirdi. Çünkü zaman, boyutu ister küçük olsun ister büyük, çok şey değiştirebilirdi hayatlarımızda.

Mavinin Maviyle Buluştuğu ÇizgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin