XLII.

27.2K 1.4K 502
                                    

On yedi gün.

Onat'ı son gördüğüm zamanın üzerinden tamı tamına on yedi gün geçmişti. Onu Engin'in evinin önünde öylece bırakıp gittiğim günden beri, on yedi gündür görmüyordum. Parmaklarıma bakarak yaptığım hesabı karıştırıp karıştırmadığımı düşündüm. Bu kadar az olması mümkün değildi. Sanki aylar geçmişti, belki yıllar. Oysa bana sonsuzluk gibi gelen zaman yalnızca on yedi gündü.

Ve ben hala oturmuş parmaklarımı sayarak onu gördüğüm günü anımsamaya çalışıyordum. Yüzünü, sesini, duruşunu, bakışını... Aslında hala gözlerimin önündeydi. Hem de her şey. Onun herhangi bir halini istediğim an zihnimde canlandırabiliyordum. Uyuyuşunu, gülümsemesini, çalışırken ki yüz ifadesini, beni izlerken yoğunlaşan göz bebeklerini. Böyle bir şey miydi birini unutmaya uğraşmak? Onu unutmak için verdiğin tüm çabalar onu sana daha fazla mı hatırlatmaktan mı ibaretti? Anılarla boğuşmak zorunda kalmak mıydı bu süreçte? Her uyandığında, hala yanında uyuyormuş gibi uyanmak ve yatağın onun ağırlığıyla çöken tarafında varlığını aramak mıydı? Neden asla unutamayacakmışım gibi geliyordu? Neden onu düşündüğümde kalbimin öfkeyle değil, özlemle dolu olan tarafı daha ağır basıyordu?

"Mart ayı bile geldi, şu hale bak," dedi elindeki kahvelerle masaya oturmakta olan Serhat başını iki yana sallayarak. Ona eşlik eden Tuğçe'nin kolları ise ders kitaplarıyla doluydu. "Gözümü kapatıp açınca vize dönemi başlayacak diye korkuyorum."

"Bana da okul sadece vize ve final dönemlerinden ibaretmiş gibi geliyor," dedim yüzümü buruşturarak.

"Ve bitmek bilmez ödevlerden. Makale okumalarından." Tuğçe kusacakmış gibi bir hareket yaparak kolundaki kitapları ve makaleleri pat diye masanın üzerine bıraktı.

Okulun ikinci haftası bile geçmiş, Cuma gününe gelmiştik. Son zamanlarda daha fazla takılmaya başladığım Tuğçe ile Serhat her zamanki gibi yanımdalardı. Ders arasında kahvelerimizle keyif çatıyorduk, artık rutin haline gelmişti.

Tuğçe ile Serhat, Onat'ın konusunu asla açmıyordu. Benim dalıp gitmelerime karşın sabırla aklımı başka şeylerle meşgul etmeye çalışıyor, daha çok kendi aralarında takışarak cidden eğlenmeme sebep oluyorlardı. Şimdi de yanağımı avucuma yaslayarak, dalıp gitmiştim. Hafta sonunu düşünüyordum. Pazar, Buğra'nın bizim için söz verdiği gibi ayarladığı eve taşınma günüydü. Ev tam olarak Beşiktaş'ta değildi. Biraz daha Ortaköy civarlarına kayıyordu ama çok şirin bir mahalledeydi. Hiçbir apartman beş kattan daha fazla daire barındırmıyordu. Buğra'nın bulduğu daire de, dört katlı bir apartmanın üçüncü katıydı. Apartman gençti, bizden önce iki yıl yeni evlenmiş bir çift yaşamıştı içinde yalnızca. İki oda bir salondan oluşuyordu; annemle bana hayli hayli yeterdi bu oda sayısı.

Kendi evime kavuşacağıma seviniyordum. İki haftadan daha uzun süredir Engin'in evini işgal etmiştik annemle birlikte ve o her ne kadar bundan son derece memnun olduğunu dile getirse de ben kendimi rahatsız hissetmeye başlamıştım. Bazenleri Tufan'a gidip kalıyordu Engin, ortalıklardan kaybolan Tufan'a. Bu süreçte Engin onun en büyük destekçisi olmuştu. Tufan'ı herkes gibi, skandal haberden sonra ben de hiç görmemiştim. Evinden dışarı çıkmadığını biliyordum yalnızca. Tufan bir çeşit bunalıma girmişti. Çalıştığı ajansla sözleşmelerini karşılıklı feshetmişlerdi. Birkaç gün önce de, oynadığı diziden ayrılma kararı haber sitelerinde boy göstermişti.

Tufan sessiz sedasız çekilmişti köşesine. Ve bu durum benim canımı çok sıkıyordu, bir şeyler yapmamın zamanı çoktan gelmişti bile.

"Gerçekten Ali Nenazik'in programına mı çıkacaksın yarın akşam?" diye sordu Tuğçe, Serhat ile aralarındaki çekişmenin bir sonu gelmeyeceğini fark edip ilgisini bana yönelterek.

Mavinin Maviyle Buluştuğu ÇizgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin