I

7.9K 143 67
                                    

SÖZBAŞI   

 Aksaray'da ufacık bir oda. Tantanalı değil, ancak pek temiz döşenmiş bir odada, yüzünde bir güzelliğin yıkımları görünen, elli elli beş yaş(lar)ında bir kadın, minder üstüne oturmuş bir şey dikiyordu. Gözü dikişte, eli iğnede, ama zihni başka yerde olup bir şey düşünüyor; düşündükçe mahzun ve üzgün olur gibi görünüyordu.

    Zavallı yaşlı insanlar, geçmiş şeyleri hatırlarına getirdikçe mahzun olurlar. Çünkü, ömürlerinde geçirmiş oldukları sevinçli günlerini andıkları vakitte, o günlerin bir daha geri dönmeyeceğine yazıklanırlar ve çekmiş oldukları üzüntüleri hatırladıklarında, gönüllerinin yaralan tazelenir.

    Bu kadının karşısında on sekiz on dokuz yaş(lar)ında, yüzünde hâlâ tüy tüs yok, pek güzel, gecelik giysilerini giyinmiş bir genç oturmuş, başım eline dayamış ve yastığın üzerine bir kitap açmış, fakat gözlerini kitaba değil, karşısındaki duvara dikip derin derin düşünmeye varmış ve hayran hayran bakakalmıştı. Minderin karşısında bir sandalye üzerinde, ne yaşta olduğunu fark edemem, ancak yaşlıca görünür bir arap (1) kan oturmuş, yüzünü iki eline ve dirseklerini dizlerine dayamış; büyük bir şaşkınlıkla gözlerini kadından oğlana ve oğlandan kadına gezdiriyordu.

    Kadın, arabın bu türlü bakışını yan gözle gördüğü gibi, başını kaldırdı; arap ise renk vermemek için gözlerini kapıya doğru çevirdi, tavana doğru kaldırmaya, kısacası kadının ve oğlanın yüzüne bakmamaya mecbur oldu. Kadın o vakit yüzünü gence çevirip, öyle dalmış olduğunu gördüğü gibi:

— Oğlum Tal'at, ne oldu sana bu gün?

    Her zamanki gibi, okuduğun şeylerden bize bir şey söylesene. Baksana, dadı onun için bekliyor. Hem de dadı çok merak etti o hikâyenin sonunu dinlemeye... İşte bir saat var ki, bir sana bakıyor ki başlayasın, bir bana bakıyor ki sana söyleyeyim. Ancak, kendisi söylemeye utanıyor, dedi.

Dadı, sandalye üstünde kımıldanarak:

— Ha, ha, buyuk hanim eyi söyler, ben şok ister o hikâye dinlamak. Şok güzel hikâye... amma bakar kı, hanim dikmağa dalmış, bey duşunmağa varmış; ben de sukut eder (2) durur. Kuşluk işün hazır yemak var. Ahşama yabacak, amma vakit var bende... diyerek, sözü uzattı.

 Tal'at Bey, arabın anlamsız sözlerini dinlemeyip:

— Ah anneciğim, bilmem ne oldum, bu gün keyfim yok, dedi.

(1) Zenci, (2) Susar.

 — Allah'a emânet, oğlum nen var?

 — Bir baş ağrısı, bir sersemlik, bir...

 — Vah vah... Oğlum, hastalık şakaya gelmez, kendini bir hekime göstermelisin. — Aman buyuk hanim, bu hakımlar! Baş ağrisi hakim eyi yabmaz, okutmali ha? Baş eyi' olmak ister, baş agrisi gitmak ister, okutmali, ha ne ya hanim. Gaşan (2) sene bana nasil sitma galdi! Uş (1) ay sitma... Hakim galur gi-dar, hab (4) verir, hem ne hab! Zehir! Şok (5) defa boğazıma galdi. İlâhi yârabbi! Ne şakdi (6) ben o hab ile... Hab adamı eyi eder mi? Hab sitma-ya ne yabar? Sonra, Allah razı olsun, bizim abla galdi, beni gordi, tanimadi; o kadar ben zaîf oldi. Benim boyun ip gibi oldi... Abla aidi habi, attı pencereden... Beni aidi, Koca-mustafabaşa'ya goturdi. Orada bir herif var, amma onun nefesi menşur!8 Heb İstanbul ona gider. Amma sitma, yalniz sitma eyi eder o. Baş agrisine, başka şeye karişmaz. Beni okudi, bağladı... İşte bag hâlâ kolumda duruyor. Hiş o vakıttan beru ben sitma görmedi. 

 — Aa, dadı! O şeylere sen ben inanırız, şimdiki gençler inanmaz;boşuna yorulma.

— Aa! Ona kim (9) inanmaz? O her kımı (10) okudiysa eyi etti.

Taaşşuk-ı Talat ve FitnatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin