14. Bölüm

21.1K 1.2K 231
                                    

Yorumlarınız hikayeyi daha keyifli yazmama neden oluyor. Yorum ve oylarınızı esirgemezseniz çok sevinirim.

kakırca 🐀, tosbağa 🐢, çalı süpürgesi 🌿, dağ ayısı 🐻, hönküren boğa 🐃 bu emojiler bizim için çok özel unutmayın 😂😂😂 yorumlarda mutlaka kullanın.

Burada yazmak gönül işi, birbirimizin gönlünü kırmayalım. Burada yazanlar para kazanmıyor ya da çalışan değiller. Lütfen bilinçli okuyalım.

Seviliyorsunuz Kakırcalarım 🐀🐀🐀🐀.

Öğleden sonra güneşin en tepeye ulaştığı anlardan ikindi vaktine kadar sohbetin koyulmuş halinin bizi içine çekmesine müsade ettik; İlber abinin boşanmış olmasına da değinilmişti aynı zamanda. Tam Turgut amcalar bizim evin bahçesinden kendi topraklarına adım attıkları sıra, "Fideleri ekmeden toprağı havalandırmak gerek, Sancak ile Ayşe yarın yardım etsinler," dediğinde içime soğuk işledi. Buzdan yapılmış oklar yaylarından fırladıkları gibi göğsüme dokunuyordu kanatırcasına.

"Biz birbirimizi öldürürüz falan Turgut amca Allah muhafaza, gerek yok."

"Kavga etmemeyi öğrenin canım sizde. Küçükken çok severdiniz birbirinizi hem." Annem gözlerini koskocaman ederek konuştuğunda susmam için gereken uyarılar irislerinden irislerime bulaşıyordu.

"Yarın gelirim," dedi Sancak, benimle uğraşmak hoşuna gitmiş olacak ki çehresinde kediler, fareler, tavşanlar  ve eli silahlı çizgi film karakterleri cirit atıyordu. Eğleceyle eğlenirdi insan, hüsranın tüm kusmuğunu yutmuş bir kadınla değil...

"Gelme!" dedim annemin ifadelerine bakmadan. "Gelirsen bahçeleri birbirinden ayırsın diye çitle doldururum buraları."

"Benim bahçemi o tellerle kirletemezsin Kakırca!" İntikam alıyordu benden bunca kişinin içinde, üstelikte eğlenerek. Gözlerinde zafer kazanmış bir komutan uyuyordu. Çehresinin keskin hatlarını örten kısa sakalları birer diken olmuştu bana batmaya yemin içen.

"Beş santim eninde, sekiz metre uzunluğunda bir alanı senin bahçende bırakırım gerekirse" dedim hırsla. Onun karşısında yenilgiyi kabullenmem elbette olanaksızdı. Duvarlarım yıkıntılarla doluyken Sancak tarafından onarılmaz hale gelsinler istemek ahmaklığın en dikiş tutmaz hali olurdu elbette.

"Bahçeyi hiçlemene izin verir miyim sanıyorsun? Ramazan abi burada olsa o da müsade etmezdi." Dilinden bir anda savurduğu kelimelerle pişmanlığı, kızıllığını henüz kaybettiği aklarına çöktü. Bunu hissetmedim, gördüm. Toprağı andıran gözlerinin orta yerine evet tam ortasına bir cehennem kuyusu kazıldı ve orada tutuştu gözlerimin önünde tüm sözleri. Yutkunurken zar zor hareket eden adem elması balonlarını elinden kaçıran çocuktan farksızdı.

Boğazımdan aşağıya tıkanan o şey, henüz ismini veremediğim o koca ağırlığın altında kalan nefesim buhar olup nakşoluyordu göğsüme. Bir yıldır gözlerimden dökemediklerim boğazıma tıpa olmuştu.

"Ama yok..." dedim tükendiğini göstermekten kaçan kız çocuğunu bağrıma saklayarak. "Olsaydı keşke." Başka söze lûzum görmeden arkamı döndüğüm gibi çardaktaki çay tepsisine yöneldim. Arkadan işittiğim bir iki sesten biri Ayşe'ye ait olandı. "Aferin abi... Bırak tel çekmek istiyorsa çeksin. Senden izin mi alacak?"

Abisine karşı beni savunuyor oluşu tuhaf gelsede iyi hissettirmişti. Çay tepsisini kaptığım gibi verandanın merdivenlerini tırmanıp mutfağa girdim. Başımdaki müthiş ağrının sebebi biraz olsun ağlayamamak ve içimde birikenlerin hesabını kendime bile itiraf edememekti.

Odama girdikten sonra kapımı kilitleyip penceremin önüne oturdum camları milim açmadan. Liseye başlamadan önce bile babamın dükkanında çalışır ona yardım ederdim; kimi zaman vernik atar, kimi zaman çiçek ya da gül oymaları işlerdim ham olan parçaların üzerine. Gel zaman git zaman elim bu işe, bu iş bana alıştı. Eh tabii babamda öyle. Yirminci yaşımın son bir ayını yaşıyordum hatta o güne dek geçirdiğim en güzeller yılları geride bırakacağım o korkunçlu ana elimdeki sıcak poğaçalar ve Fakülte'de çizdiğim yeni sandalye modeli ile beraber koşturuyordum.

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin