susuyorum, sustukça yüreğim küfleniyor.

683 68 18
                                    

âsrın köhne, alışılmış yaz günlerinden biriydi. hava ılıktı. şehirden epey uzak, pek kimsenin bilmediği, küçük bir köyde yaşardı sıla. allah'ın bu kendinden uzak sakladığı evlerinden birinde, duâ etmekten elleri ağrıyan feride hanım, her akşam kızının uzun saçlarını örer, sıla ise yüzünde kocaman bir tebessümle annesine minnetle bakardı.

uzun, dümdüz saçları vardı sıla'nın. kocaman kara gözleri, kalın dudakları..ve parlak yüzünde ışıldayan tebessümü. yirmili yaşlarına daha yeni basmıştı, fakat sırtında yer edinen yük; kendinden ağır olacaktı. günün kente yeni yeni ağardığı bu güzel saatlerde, bundan hâbersizdi sıla.

uykudan alelacele uyandığı gibi dağılan hörüğüne aldırmadan, baş örtüsünü omzuna atıp mutfağa koştu. bir kap sütü aldığı gibi dışarı fırladı. güllü eteğini avuçlarına toplayıp, dizlerinin üzerine eğildi. “geç kaldım ya boncuk! bağışla beni,” diye mırıldanıp, ayağının altında mıyışan mavi gözlü ufacık kedinin başını okşadı. tavukların yemlerini, evin etrafında cirit atan köpeği zilli'nin yemeğini de verdikten sonra derin bir nefes aldı sıla. sırtını evin tahta kapısına yaslayıp, gülümsedi. huzurluydu. annesi, ne acepse uyanmamıştı daha. eve girip, elini yüzüne su vurduktan sonra annesinin yanına vardı usulca. dizlerinin üzerine eğilip, alnından öptü yüzü kırışıklıklarla dolu kadının.

“benim feryâdım hep sanadır,” fısıltıyla söylediği dize, hatırlamadığı bir şiirin içindendi. hâtrı yüz mü döndermişti ona? kaşlarını çatsa da, omuzlarını silkip gülümsedi.

ardından “uyan anacığım,” diyerek ak düşmüş saçlarını okşadı anacığının, “günorta düştü yahu!”

ayağa fırlayıp kıkırdaya kıkırdaya topladığı yumurtaları, bir kaç da peynirle bir çay demleyip sofraya koydu. anacığı uyanmayınca telâş bastı göğsünü. feride hanım gözlerini açar açmaz, sıla'nı görüp tebessüm etti.

sıla'nın telâşına aldırmadan “yorgun düşmüşüm epey, güzel bir uyku çektim. sıkma güzel canını, iyiyim yavrum.” deyip sofraya geçti. sıla da kendine dikkat etmediğini söyleyip durarak, çay süzdü iki fincan.

günü bir kaç iş yaparak, koyunları ile, köpeği zilli ile geçirdikten sonra akşam vâkti düşünce eline aldığı şiir kitabını kucaklayıp, kedisi boncuğu yanına çağırdı. onu da kollarına alıp, başını okşaya okşaya evinden biraz uzak olan dağ yamacına doğru yürümeye başladı. tenhâ, sessiz bir yerdi, zaten pek kimse kalmazdı kentte. dağ yamaçlarında ise hiç adam olmazdı. bunun için her akşam boncukla orada şiir okumayı, sesli düşünmeyi ve kendi kendine kıkırdayıp durmayı seviyordu sıla. 

saçlarını açmış, uzun saçları sırtında salınmaya başlamıştı. bembeyaz yüzü ayışığında parlıyordu. gencecik, körpecik bedeni uzun, biçimliydi. güllü eteğini değiştirmiş, turuncu çiçeklerle dolu bir eteği geçirmişti üzerine.

içine dağılan ağır sıkıntıyı gözârdı ederek gülümsediğinde, istediği yere varmıştı çoktan.

“sıkıldın mı kucağımda sen, ha miniğim?” diye sevdiği boncuğu yere bırakıp, kendi de seçtiği bir kayanın üzerine oturdu.

rastgele açtığı şiir kitabının yirmi üçüncü sayfasından okuduğu şiir, göğsünü sıkıştırdığında, kitabın kapağını kapatıp “sinemin üzerinde bir ağırlık var, niçin bu gece böyle ağır allah'ım?” diye mırıldandığında gözleri karşı tarafta, elinde bir kitapla zifiri gözlerini üzerine çektiği kocaman oğlanın gözlerine değindi.

sıla'nı görür görmez adamın yüzüne yayılan sıcacık tebessüm, sıla'nın içini ısıttı.

yirmi üç fevral, 2021./00:43

23lər həmişə əskik,
23lər həmişə gözəl.

susmak, mevzu âli olunca sıla'nın ellerini ağrıtıyordu.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin