7| Nasıl da acımasız.

813 111 295
                                    

Deniz hala kışın sert havasını taşıyordu. Dalga dalga süzülüp giderken, soğuğunu Baron'un yüzüne çalıyor, onu titretiyor ama kendine getirme konusunda biçare kalıyordu

Wang Yibo kendinde değildi.

Aylar olmuştu, her gününü aynı duyguları yaşamaya harcıyor kendisine bir çıkış yolu arıyor ve aynı çıkmazda kalakalıyordu. Aylar önce dudaklarını esir alan alevin yangını dinmemişti. Oradaydı, sanki Kont onu daha demin öpmüştü, kolları arasına yeni almıştı da o yüzden sarsılıp duruyordu.

"Aptal Yibo" Diye söylendi kendi kendine. Tüm bu düşüncelerine alışmıştı çoktan, yine de arada bir bu dağılmış halini anlamsız buluyor ve baharın ilk haftası olduğu için yükselen duygularına utançla kızıyordu. "Aptal adam."

Kont bahar gelene dek demişti. Bahar gelmişti, ne bekliyordu emin değildi lakin, etini sıkıştırıyor gibi sızlatan ve iştahını kesen bu duygunun özlemek olduğunu fark edebiliyordu. Onu özlediğini ilk anladığında korkunç bir kar yağışı vardı dışarıda. Yine de evinde duramamış dışarıya atmıştı kendisini. Tipinin ortasında kaldığında bir çocuk gibi ağlamış ve evine dönmek istemişti. Kabul etmeliydi ki bu utanç verici bir olaydı, lakin içinde bir şeyleri yerli yerine koymasına sebep olduğundan pişman olamıyordu.

O gün, evine dönmek isterken, kendi kendine bahsettiği ev, ayrılıp geldiği ailesinin olduğu yer değildi. Özlemini duyduğu ev daha mecazi daha farklı bir şeyi anlatıyordu. Bu farkındalık onu ilk başta çok korkutmuştu.

Korkusunun temelinde bulundukları konum, ülke ve yaşıyor oldukları zaman vardı. Disiplinli, genç bir soylu olarak nasıl olurda bir adamı özlerdi, neden onun yanında gitmek isterdi ki?

Ölürdü. Daha fazlası olursa ölürdü.

Ancak zamanla korkusu da geçmişti. Belkide Kont, uzağında olduğu içindi onu düşünme konusundaki korkusuzluğu. Zamanla daha çok düşünmüş, korkusunu ardından bırakarak düşüncelerini o adamın sözleriyle, gözleriyle ve sahip olduğu tüm her şeyiyle örmüştü.

Koşarak oradan kaçmak isterken ve kaçmak istediği şey aslında düşünceleri iken birisi ona seslendi.

"Baron! Size gelen bir mektup var."

Fanxing koşarak yanına geldiğinden nefes nefeseydi. Aceleyle getirdiği mektup zarfına merakla bakan Yibo, nedendir bilinmez bir şekilde heyecanlanmıştı. En son böyle şahsi bir mektup aldığında kışın ortasıydı yine. Kont Xiao kısa bir yazıyla Marki'nin kardeşi ile ilgili yürütülen davanın nihayet sonlandığını ve üzerindeki suçlamaların kalktığını söylemişti. Teşekkür etmişti birde.

Teşekkürü açık bir ifadeye sahip değildi.

Ne için teşekkür ettiği üzerinde düşünmek Baron'un günlerini almıştı. Fanxing'in elinden zarfı aldığında dudakları sızladı. Tek bir öpücüğün kudreti yüzüne tokat gibi çarptığında aynı anda zarfın üzerindeki mühürle kaşlarını çatmıştı.

Mektup Marki'den gelmişti.

Bir görüşme bildiriyordu. Mektupya yakın tarihte Fransa'dan bir grup iş adamı Birleşik Krallık ile ilişkilerini kuvvetlendirmek için büyük yatırım projelerinin temelini atmaya geleceği söylenmişti. Aynı zamanda, ilk olarak gelen iş adamlarının Margate bölgesinde karşılanacağını ve bunun için birkaç güne Yibo'nun hazır olmasını istiyordu. Birde Marki, özel olarak Yibo'dan çevirmen olmasını rica etmişti.

Kağıdı tutan elleri titrerken Fransızları karşılamaya gelecek soyluların listesine baktı.

Fazla kalabalık değildi. Ama o listeyi anlamlı kılan bir isim vardı, en altta yazıyordu ve Yibo farkında olmadan o ismi sesli okumuştu.

Lord, don't move that, [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin