Bölüm 74

291 48 6
                                    

Merhaba sevgili okuyucularım! Bugün bölümü erkenden düzenleyebildiğim için geçen sefer ki gibi geç saate bırakmayacağım. Sadece minik bir şey söylemek istiyorum. Okunma sayıları böyle artarken verilen oyların sayıların az olması beni düşündürüyor. Elbette ki bir şeyleri yanlış yapıyor olabilirim. Bu noktada da sizin düşünceleriniz benim en iyi motivasyonum olacaktır. Düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeniz de ayrıca beni çok mutlu edecektir. Tek ricam bu. Tekrar teşekkür ederim. İyi okumalar, haftaya görüşmek üzere!








Önceki bölümde...

Victoria odasının kapısını yavaşça kapatıp içeri girdiğinde sinirle gözlerini devirdi. Richard ve Joseph saatlerdir salondaki masanın etrafında toplanmış plan yapıyorlardı. Bu kadar zor olan neydi acaba? Victoria asla onların seviyesine inmeyecekti. Sadece bekleyip ödülüne konacaktı. Pis işi ikisi hallederken, bu işin sonunda Victoria zaferinin tadını en kolay yoldan kazanacaktı. Aynası çatlak olan makyaj masasına oturarak masanın üzerindeki parfüm şişesini eline alıp çevirdi. Tehlikeli gülümsemesi aynada yansırken o da kendince planlarını yapmıştı. Savaşmaktan anlamazdı, o konuda yapacak bir şeyi yoktu. Ama yapabileceği şeyleri yapmak için de elinden gelen her şeyi yapacaktı. Victoria'nın planları aşağıdaki iki iri avanak adamın düşündüklerinden çok farklıydı. Parfüm şişesinin kapağını sıkıca kapatarak sandalyesinin arkasına astığı pelerininin iç cebine koydu. Diğer cebine ise küçük hançerini iliştirdi. Ayağa kalktı ve aşağı inmek için kapıya yöneldi. Tam o sırada kapı çalınmadan yavaşça açıldı. Victoria'nın gözleri şeytanice parıldadı. "Hoş geldin Samuel! Gel içeri..."





Akşam yemeğinden sonra McLeod klanının ana salonunda kahkahalar çınlıyordu. Herkes yemek masasından kalmış grup grup bir köşeye çekilmiş içkisini yudumluyordu. Herkes yakın bir zamanda savaş olacağının ve bunun için düzgün bir plan yapılmasının gerektiğinin farkındaydı. Ki zaten liderler ve askerler yemekten önce iki saat boyunca toplanıp planlarının taslağını oluşturmuşlardı. Ama şimdi bütün hepsi birbirlerine Kavuşmalarının verdiği o saf mutlulukla sarhoş olmuş durumlardı. Evet, hiçbir şey çözülmüş değildi ama birliktelerdi. Herkes sapasağlamdı ve yan yanaydılar. Çözülmesi gereken problemler kocaman bir şekilde olduğu yerde dururken onlar her şeye rağmen mutlulardı. Kumandanlar yaşadıklarını birbirleriyle paylaşıp yer gelince sinirlenip yer gelince de gülüyorlardı. Ian, Alec ve James bazen gergin bazen rahat bir şekilde konuşuyor, Sophie, Elizabeth, Jennifer ve Gillian da şöminenin önünde oturmuş önlerindeki küçük beşikte vücudunu oynatmaya çalışan bebeği seyrediyorlardı. Minik parmakların en ufak oynayışı bile bu dört kadını gülümsetmeye yetiyordu. Elizabeth yeğeni için ölebilirdi. Bu güzel erkek bebeği onun kalbini titretiyordu. Hafif huysuzlanmaya başlayınca Elizabeth ablasına baktı. Jenny eliyle işaret ederek Elizabeth'i yönlendirdi. "Hadi bakalım Lizzie!" Elizabeth kalbi bütün vücudunda atarken ellerini uzattı ve bebeğin başı omzuna gelecek şekilde kucakladı. Elleri heyecandan hafif hafif titrerken kendini cesaretlendirerek tutuşunu sağlamlaştırdı. Bir elini onun poposunun altında sabitledi, diğer eliyle de yavaş yavaş sırtını okşamaya başladı. Bebek başını omzuna koyarak sakinleştiğinde Elizabeth'in içine de tarif edemediği güzellikte bir huzur doldu. Ah nasıl bir duyguydu bu! Ondan bir an bile uzak kalmak istemiyordu. Kalbi eriyordu. "Jenny artık güzel torunuma bir isim vermenin vakti gelmedi mi sence de?" Gillian'ın bu sorusu hepsinin dikkatini çekti. "Elbette geldi anneciğim... Bunun için hepimizin birlikte olmasını istemiştim sadece." Jennifer arkasını dönerek Ian'a seslendiğinde Elizabeth de Ian'ın yanındaki Alec'le göz göze geldi. Bakışları buluştuğunda aralarındaki çekim neredeyse elle tutulabilir seviyedeydi. Ama Alec'in gözleri ayrı bir şefkatle Elizabeth ve bebeği izliyordu. Gözlerini ikisinden ayırmak çok zordu. Bu bakışmayı farkeden Gillian ve James birbirlerine baktıklarında sözsüz bir şekilde konuşmuşlardı. Ian leydilerin yanına geldiğinde James de huysuzca yanındaki Alec'i dürttü. Elizabeth gülüşünü saklamak için arkasını döndüğünde Gillian gülüşünü saklayamadı. Alec ise kendine kızarak homurdandı ve James'i takip edip onların yanına geldi. "Torunumun artık bir ismi hak ediyor, değil mi Ian?" Gillan gülüşünü zapt ederek tekrar konuşmuştu. Elizabeth kollarındaki bebeği Ian'ın kollarına bırakmak için ilerledi. Ian zorlu bir göreve hazırlanıyormuşçasına ciddileşti ve ellerini uzatarak oğlunu beceriksizce kucağına aldı. Jennifer ise anaç bir gülümsemeyle kocasının bebeği tutuşunu düzeltti. Bebek şimdi Ian'ın kollarında sırt üstü yatarken herkes onun güzel yüzünü görebiliyordu. Salonda kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes kucağında bebeği tutan liderlerinin etrafında genişçe çevrelenmişti. "Eğer senin için de uygunsa sevgilim, bebeğimizin ismini annen ve babanın koymasını istiyorum." Bu cümleler karşısında bütün salon şaşırmıştı. Çünkü geleneklerinde böyle bir şey yoktu. Ama Leydi Jennifer klanlarına geldiğinden beri özellikle klanın kadınları bu küçük değişimler karşısında çok mutluydu. Çünkü liderleri karısına böyle davrandıkça erkekler de onu örnek almaya başlamışlardı. Jennifer duygusal bir şekilde başını sallayarak onayladı. James ve Gillian ise şaşkın ama mutlulardı. İkisinin de aklındaki isim aslında belliydi. James her zaman İskoçya'yı, özellikle Highland'i seven biri olmuştu. Gençliğinde de sık sık gelip gitmişti. İngiltere ve İskoçya arasında yıllardır süregelen bu kavga Gillian ve James'in umurunda değildi. Onlar her zaman barıştan ve dostluktan yanaydı. Tabi hayat onları çeşitli savaşlara sürüklediğinde de yapması gerekenleri yapıp bugünlere gelmişlerdi. İşte bütün bu sebeplerden dolayı eğer üçüncü bir çocukları olsaydı bir İskoç ismi koyacaklardı. Kız ve erkek isimleri belirlemişlerdi bile... Fakat bu hayalleri gerçek olmamıştı. İçlerinde kalan bu istekleri şimdi gerçek oluyordu işte. Şimdi ilk torunlarına bu ismi verecek olmaları onları bu kadar duygusallaştırıyordu belki de... James karsının belini okşayarak onun söylemesi için cesaretlendirdi. Gillian bakışlarıyla onayladı. Salondan hala tek ses çıkmıyordu. Herkes Gillian ve James'e bakıyordu. "Connor. Güzel torunumuzun ismi Connor olsun." Herkes bir İngiliz ismini duymayı beklerken onların bir İskoç ismi söylemiş olması herkesi şaşırtmıştı. Çünkü bu isim olaylarını sadece ikisi biliyordu. "Connor, liderlik ve bilgelik demektir. Bu iki özelliğin torunumuzla bütünleşmesini istedik." Konuşan James'ti. "Nasıl hemen düşünebildiniz?" Bu soruyu da kendini tutamadan Elizabeth sormuştu. "O da bizim sırrımız olsun güzel kızım." James kızına göz kırparak Ian ve Jennifer'a döndü. "Ne dersiniz?" Jennifer gözleri dolu dolu parlayarak babasına baktı. "Bundan daha güzel birisim düşünemezdim." Ian kucağındaki bebeğini hafifçe yukarı kaldırıp salondaki diğer insanlara çevirdi. "İşte karşınızda klanımızın varisi, oğlumuz Connor McLeod." Bu cümleyi takip eden yüksek sesli alkışlar ve atılan naralar Connor'u çok mutlu etmemiş olacak ki huzursuzlanarak suratını buruşturdu. Ardından da ağlamaya başladı. Jennifer Ian'ın yanına gelerek bebeğini yavaşça kucağına aldı ve sakinleştirmeye çalıştı. Connor'un huzursuzluğunu görenler hemen seslerini alçalttılar ve müsaade isteyerek salondan ayrıldılar. Sadece kumandanlar ve aile baş başa kalmıştı. "Karnı acıkmış olabilir. En iyisi ben yukarı çıkayım." Gillian da başıyla onayladı. "Yardıma ihtiyacın olur mu? Gelmemi ister misin kızım?" Elizabeth de hemen atıldı. "Ben de yardım edebilirim ablacığım." Jennifer içten bir şekilde gülümsedi. "Sanırım ufaklıkla ben halledebiliriz. Teşekkür ederim. Zaten saat de geç oldu. Ben de Connor uyuduktan sonra uyurum." Elizabeth ve Gillian cevap veremeden Ian söze girdi. "Her şeyi birlikte halledeceğiz Jenny. Ben de geliyorum." Onlar salondan ayrıldıktan sonra Sophie de yorgun olduğunu ve yatmak istediğini söyledi. "Ben Leydi Sophie'ye eşlik edebilirim." Alec tek kaşını kaldırarak ona baktı. Daniel bu kadar hızla atıldığı için pişman oldu ve açıklama yapmaya çalıştı. "Yani sizin Lord James ile konuşacaklarınız vardır diye böyle bir teklifte bulundum efendim." Alec daha sonra bu meseleyi kurcalayacağını anlatan bir bakışı Daniel'a gönderdikten sonra onayladı. "Tamam. Kapısının önünde nöbet tutmaya devam et. Yarın öğlene doğru buradaki işimizi bitirdikten sonra eve döneceğiz." Daniel, Sophie kapıya ilerlerken başını salladı. "Pekala efendim." Herkes çıktıktan sonra salonda sadece Alec, Elizabeth, Gillian ve James kalmıştı. Akşam yemeğinden önce toplantıda Alec olan biten her şeyi James'e anlatmıştı. O bildiği ve tanıdığı şefkatli adam bir anda öfkeli bir komutana dönüşmüştü. İşin içine ailesi girince herkes gibi o da hassaslaşmıştı ki, bu Alec'in beklediği bir şeydi. James'in bütün söylediklerini hak etmişti. Çünkü James kızını Alec'e güvenerek buraya göndermişti. Alec ise bu süreçte hiç de normal davranmamıştı. Hiç yapmadığı şekilde duygularının etkisine kapılıp saçma davranışlarda bulunmuştu. Ama artık akıllanmıştı. James'e de bunu anlatmaya çalışmıştı aslında ama, ona biraz zaman vermeliydi. Çünkü ailesini kaybetmeye bu kadar yaklaşmış bir adamın şu anda hemen sakinleşmesini beklemek çok saçmaydı. Bu yüzden de Elizabeth'le arasında olanları anlatacak bir ortamı olmamıştı. Bir süre daha beklemeye karar vermişti. Elizabeth'e de bunu ana salondaki eğlence sırasında görüşebildikleri o kısa sürede söylemişti. Kısa bir süreydi çünkü James'in gözü sürekli üzerlerindeydi. "Ben de yatsam iyi olacak babacığım çok yorgunum." Babasına yönelik konuşmuştu çünkü babası gözlerinin içine bakıyordu. Sanki söylemediği şeyleri öğrenmek istercesine... Bu da Elizabeth'i rahatsız hissettirmişti. Çünkü babasının bir şeyleri sezdiğini biliyordu. Ama bunu ona şimdi söylemeye hazır değildi. Alec'le konuştuklarında da buna karar vermişlerdi. "Tamam kızım-" Gillian söze girdi. "Alec sen Elizabeth'e eşlik edebilirsin." Kocası sinirle suratına baktığında onun koluna girdi. "Benim seninle konuşacaklarım var canım." Alelacele kocasının kolundan tutarak onu dışarı çıkardı.

Sophie ve Daniel yavaş yavaş merdivenlerden çıkarken ikisinde de sevimli bir sarhoşluk vardı. İkisini de sarhoş eden bir tatlı bir huzurdu aslında. Daniel etrafında birileri var mı diye etrafta göz gezdirdi. Merdivenlerden uzun koridora döndükleri yolda kimse yoktu. Elini bir cesaret Sophie'nin beline koyarak onu yönlendirmeye çalıştığında çekinerek onun tepkisini bekledi. Sophie tahmin ettiği hiçbir tepkiyi vermedi. Sadece içten bir şekilde o güzel gülümsemesini gösterdi ve kendisini çok hafifçe, sadece Daniel'ın hissedeceği şekilde ona yasladı. Sophie bugün hiçbir şey düşünmemeye karar vermişti. O yüzden de kendini serbest bırakmıştı. Bir daha böyle bir ortam ve imkan olmayacaktı. Tek kelime konuşmadan Sophie'nin kalacağı odanın önüne geldiklerinde Sophie kapıya yaslandı. Daniel da onun önüne geçti. Sophie kapıyla Daniel arasında kalmıştı. İkisi de birbirlerine bakıyor, ama tek kelime etmiyorlardı. Daniel yavaşça Sophie'nin gözünün önüne gelen saçı kulaklarının arkasına sıkıştırdı. "Sophie, ben..." Sophie eliyle Daniel'ın ağzını kapatıp konuşmasını engelledi. "Bugün değil Daniel, bugün değil. Bugün sadece mutlu olmak istiyorum. Benimle ilgilenmediğini biliyorum. Benden hoşlanmadığını da biliyorum." Daniel kaşlarını çattığında Sophie onun konuşmaması için tekrar başını salladı. "Sadece sana bir kere sarılmak istiyorum. Sarılabilir miyim?" Daniel başını sallayarak kollarını açtı. Sophie parmak uçlarında havaya kalkarak kollarını Daniel'ın omuzlarına sardı. Daniel da kollarını Sophie'nin beline dolayarak onun güzel saçlarını kokladı. Bu eşsiz bir histi. Karşılığında hiçbir şeye değişmeyeceği çok güzel bir his... Ne yazık ki her güzel şey gibi bu anın da sonu geldi. Ne kadar öyle kaldıklarını bilmeden koridorun başından gelen adım sesleri ikisini de kendisine getirdi. Sophie hızla geri çekildi. Buruk bir şekilde gülümseyerek Daniel'a baktı. "Teşekkür ederim." Daniel'ın konuşmasına izin vermedi. "Hayır, lütfen bir şey söyleme. Bu gece böyle, bu hislerle kalsın. İyi geceler..." Daniel'ın anlayamadığı bir hızla kapıyı açıp içeri girdi ve kapıyı kapattı. Daniel kapının önünde Sophie'nin hayaline bakakaldığında kaderine ve geçmişine lanet ederek bir küfür savurdu.

Hayallerin Yolculuğu ✨Where stories live. Discover now