Bölüm 77

268 48 7
                                    

Güzel bir bayram sabahından hepinize merhaba! 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'mız kutlu olsun! Bir öğretmen olarak çocuklarımı Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün izinde yetiştirmekten onur duyuyorum. Bayram coşkusunu yaşarken bir yandan da yeni bölümü sizinle paylaşmanın heyecanını yaşıyorum. Her şey karışıyor, her şey değişiyor, herkes ayrı bir şeyle uğraşıyor... Bakalım bu bölümde karakterlerimizi neler bekliyor? Hepinize iyi okumalar diliyorum. Haftaya görüşmek üzere!




Önceki bölümde...

Belki de yıllardır girmediği odaya düşünmeden girdi. Burası anne ve babasının odasıydı. Yıllardır McAlister klanının liderleri bu odada kalmıştı. Ama Alec bunu reddetmişti. Odanın rutin temizliği yapılıyordu ama onun dışında kimse odaya giremiyordu. Sophie vardı bir de o girebiliyordu odaya. Odada hiçbir eşyanın yeri değişmemişti. Annesinin parfümünden babasının kemerine kadar her şey yerli yerindeydi. Sophie birçok kere kendisini ikna etmeye çalışmıştı ama Alec buna hazır değildi. Kimse dokunmayacaktı eşyalara. Nitekim kimse de dokunamamıştı. Odadaki tek değişiklik yatağın başında asılı duran kılıçtı. Babasının kılıcını o ölünce yatağının başına asmıştı. Bu yine liderden lidere geçmesi gereken bir eşyaydı. Ama Alec o kılıcı almak istememişti. O babasının anısıydı. Bu kılıç yıllar önce çok özel bir kılıç ustası tarafından yapılmıştı. Kabzası değerli taşlarla süslenmiş ve klanlarının renkleri özenle işlenmişti. Şimdi bu kılıcı kullanmasının tam vaktiydi. Nasıl yıllar önce Mackanzie Campbell'la bu kılıçla savaşmışsa şimdi de Joseph Campbell'la savaşacaktı. Kendi kılıcını kınından çıkartarak yatağın üzerine bıraktı. Uzanarak asılı kılıcı aldı ve odayı daha fazla incelemeden kapıya yöneldi. Son bir kere geriye baktı. Anne ve babasının kanını bir kere daha yerde bırakmayacaktı. Ömrü boyunca bu şeref ve onur yoksunu lanet insanlarla savaşması gerekiyorsa bunu yapacaktı. Kapıyı sertçe kapatarak çıktı.





Joseph Campbell, McAlister klanına varmalarına az bir mesafe kaldığında askerlerinin bir kısmına kamp kurma emri vermişti. Kamp kurma dediyse de sadece kendisi ve Victoria için büyük bir çadır kurulmuştu ve etraflarında kendilerini korumak için askerler sıralanmıştı. Bir salak gibi ön cephede savaşacak değildi. Kendi askerlerinin önde savaşanlarının birçoğunun öleceğinin pekala farkındaydı. Ama öndekiler yeterli miktarda hasarı verdiğinde arkadan diğer grup da bastırınca istediği rehineleri alacaktı. Böylece üstünlük kazanmış olacaktı. Gerisini de kolaylıkla halledebilirdi. Aptal McAlister ailesi ve değer verdiği kişiler söz konusu olduğunda başka bir şey düşünemiyordu. Joseph için ise bu o kadar mühim bir şey değildi. Güç savaşlarında harcanacak hayatlar elbette ki olacaktı. Önemli olan liderin hayatta kalmasıydı. Geri kalan insanların boşluğu her şekilde doldurulabilirdi. Oturduğu yerde sakallarını sıvazlayarak haber vermesi için görevlendirdiği askerin gelmesini bekliyordu. Şimdiye çoktan saldırıya başlamış olmaları gerekiyordu. Orada yaşanan kaosu düşündükçe gülümsemesine engel olamıyordu. Bütün bunları acıyla izleyen McAlister'ın suratını görmek en büyük arzusuydu. Onun ölümü kendi elinden olacaktı. Hem de sağ kalan halkının önünde... Onu en büyük aşağılama ve utançla bu dünyadan gönderecekti. Aklında onun çok sevgili İngiliz kuşu için de planlar vardı. Gerçi Victoria'ya onu öldürmesi için müsaade edeceğini söylemişti. Ama bu her an değişebilirdi. Sonuçta Joseph verdiği sözleri tutmamasıyla ünlüydü. Acaba McAlister'ı öldürmeden Elizabeth'le evlense miydi? Bu ona çok acı çektirirdi şüphesiz... "Neden böyle gülümsüyorsun aşkım?" Victoria'nın seslenmesiyle başını ona çevirdi. "Yapacaklarımı düşündükçe keyifleniyorum. Gel buraya." Victoria sırnaşıkça yanına gelip kucağına oturduğunda onun kalçasını avuçladı. "Benim için her şeyi yapar mısın? Yani ne yaparsam yapayım yanımda olur musun?" Victoria bir anlığına bakışlarını kaçırsa da hemen tekrar gözlerini onun gözlerine çevirdi. "Ne gibi şeyler yapmayı planlıyorsun canım? Yani tabi ki yanında olurum. Ama neden böyle bir şey sorduğunu anlayamadım tam olarak?" Joseph onun gözlerini kaçırdığını fark etmişti. Dikkatle onun yüzünü inceleyerek konuşmaya başladı. "Elizabeth'le evlenmeyi düşünüyorum." Joseph, Victoria'nın inanamaz ve öfkeli ifadesini göremeden içeri aniden bir asker girdi. "Bu şekilde çadırıma girmeye nasıl cüret edersin sen!" Kaşları sertçe çatılmış, kucağında oturan Victoria'yı bir kenara atarak ayağa kalkmıştı. "E-efendim ö-özür dilerim. Ama işler hiç rast gitmiyor. İkinci grup askerler saldırmaya başlamak zorunda kaldı. Biliyorlarmış efendim! Saldıracağımızı biliyorlarmış. Bizi tuzağa düşürdüler." Joseph Campbell duyduklarına inanmadığını gösterircesine başını sallıyordu. "Kumandanlar savaş taktiği ve emri için sizi bekliyorlar. Böyle devam ederse ağır bir bozguna uğrayacağız." Başından aşağı kaynar sular döküldü. "Bu nasıl olabilir? Nereden öğrendiler? Lanet olsun!" Çadırda volta atıyordu. "Madem öyle... Atımı hemen hazırlayın! Beni korumak için etrafımda en az elli asker olacak. McAlister'ı gördünüz mü? O ne yapıyordu?" Asker gözlerini kaçırarak yere baktı. "Askerleriyle ön cephede savaşıyor efendim. Savaş meydanında ortaya bağırarak sizi teke tek düelloya davet etti."

Hayallerin Yolculuğu ✨Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ