PANZEHİR AKTİF

1.9K 511 1.2K
                                    

Yıldızlarını söndürmek istemeyen, ruhu zehirlenmiş ve panzehrini arayanlara...






Ben, milyonlarca yıldız arasında saklanmış ve sönmeyi bekleyen o yıldızım.

Bir türlü kalbine sevgi tohumu ekememiş bir hayal kırıklığıyım.

Ne mucizelere ne de tesadüflere inanlardanım.

Kayıp olan bu gezegenin bir figürüyüm.

Kardeşimin yarım kalan hayalleriyim, annemin tükenmiş umutlarıyım, babamın her daim suladığı ve solmasını istemediği o çiçeğim. Solmak istemedim, soldum... Hayallerime ulaşmak istedim, kırıldım. Umut etmek istedim bazı konularda, edemedim. Bütün umutlarım ruhumdan ölümün şırıngası ile çekildi. 

Ben Almira Stayl, 25 yaşındayım; küçük yaşlarda babasından dövüş eğitimi almış, silah kullanmayı en ayrıntısına kadar öğrenmiş, masumları korumak için eğitilmiş, zulmeden mahlukatları yakalamaya programlanmış ve insanlara umut aşılamayı ön planda tutmuş o kızım.

Gökyüzüne aşığım.

Gökyüzü olmak istedim.

Gökyüzünde milyonlarca olan yıldızların aksine panzehirim için yeryüzündeki tek parlak yıldız olmak istedim, olamadım. Sönmek istemedim ama bir gün söneceğimi biliyordum. Ölüm, sönmek demekti... Alnıma yazılan yazıların istesem bile silinmeyeceğini de biliyordum. İnsanoğlunun kaderi yaşanmadan tahmin edilemezmiş, bunu da biliyordum. Belki birkaç saniye sonra kalbim duracaktı ve bir ölüden ibaret olacaktım, çiçeklere aşağıdan bakacaktım. Belki bir kaza, bir patlama, bir bıçak yarası veya bunların aksine bir mutluluk... İnsanları mutlulukları da öldürebilirdi, değil mi?

Her an ölüme yakın olup olmadığımı unutmak için bir yol var mıdır? Bu sorudan başka zihnimde beni zorda bırakan bir soru daha vardı. Ailesinin ölümüne şahit olmuş bir kız olarak mutluluğa ulaşmam ne kadar kolay? 

Ruhum zehirlenmişti, bu zehir ruhumu tatmin etmeye çalışırken canım daha çok yanıyordu. Kirli bir eldi ruhumu zehirleyen ve bu eller JN denen gruba aitti. Zehri bana verdiği an görüşüm silikleşti, hayallerimi de ailemle beraber gömdüm. Sadece hayalleri değil; umutları, mutlulukları, korkuları ve daha da ötesi akıl sağlığımı. Ölümlerin canımı yakmadığını düşündüm hep, bir cenaze olduğunda zaten burası ölümlü dünya kafasındaydım. Ta ki içinde yaşadığım, çatısı altında kaldığım evimden üç ceset çıkana kadar. Bu travmadan sonra hayatım nasıl mı geçti? İçimi satırlara dökerek, sevmeye çalışarak, ağlayarak, çokça ağlayarak ama yine de güçlü durmaya çalışarak... 

Bir yoldaşa, panzehre ihtiyacım vardı. Eğer panzehrimi bulamazsam bu zehir yüzünden ölecektim ve ailemle buluşacaktım. Onlarla buluşmayı elbette isterdim ama henüz değil, alınması gereken bir intikam vardı.

İnsan zaman zaman içini açabileceği birisini arıyordu, değil mi? Buna rağmen o kişinin bizi kendi içimizden vurabileceğini unutmamamız gerekirdi. Zaaflarını söylersen zaafından vurulursun. Korkunu söylersen o korkuyu yaşarsın. Hayalini söylersen ilk o hayalin suya düşer. Bu kadar...

Tedirgindim, huzursuzdum, mutsuzdum. Bir pesimistten farkım yoktu galiba. Hayal kurmak istemiyordum, yıkılınca bedelini ödeyecektim çünkü. Bana göre hiçbir şey yaşanmışlıkları büsbütün silemezdi ve olmamış sayamazdı, korkuları da görmezden gelemezdi. Benim sadece bir korkum vardı ve bu da kaybetme korkusuydu bu. Başka bir korkuya sahip değildim, ölümse ölüm. Bu yolda ölmem gerekiyorsa ölecektim. Vazgeçmem gerekirse... Asla, bunu yapmazdım, yapamazdım. Vazgeçemezdim. Umut tohumları ekmem gereken insanlar vardı, onlar için bu yoldan dönemezdim ama önce kendi umudumu bulmalıydım.

Bir umuttu, yıldızların bana gülümsemesi...

Yıldızlara aşığım.

Biliyordum, acılar kurşundu kalbime ama yıkılan yere dönüşüm yoktu. Biliyordum, geçmişimin esiriydim ve kurtuluş yolu henüz yoktu. Biliyordum, burada mavi ve gökyüzü yoktu.

GÖKYÜZÜ YOKTU...

"Başkasının yarana yara bandı yapıştırmasını beklemek yerine kendi yaranı sarmayı bil." demişti babam bir keresinde. Bunu yapmayarak en büyük zararı kendime vermiştim aslında.

Bir ben vardım ama yanımda bir de beni öldürmeye çalışan iç sesim vardı. Benim duygularımdı bana ihanet eden. Duygularımın soğukluğundan ziyade ölümdü soğuk olan. Bir insan kendi ölümüyle değil, kendisini çok seven son insanın da toprağa düşmesiyle ölür. Bunu yüreğimdeki sızının dinmiş, yerini hatıranın melaline, hüzünle şevkin birleştiği o belirsiz duyguya bıraktığından anlıyordum. Sizi seven insanlar kalplerinde sizi yaşatmaya devam ettiği sürece yaşamaya devam edersiniz.

Anılar unutulmazdı, izleri kalırdı hep. Bazı yaşananlar direkt geçmişinden bir anıyı hatırlatabilirdi. Mesela papatyalar... "Baba bak," demiştim. Henüz kaç yaşında olduğumu hatırlamıyordum ama çocuk olduğumu biliyordum, o gün hep beraberdik ailemle. "Kardeşime papatyadan taç yaptım." diye devam etmiştim konuşmaya ama kardeşim pek memnun değildi.  

"Bir erkeğe papatyadan taç yaptın abla," diye karşılık vermişti bana. Babam ve annem gülmeye başlarken ben ona bir adım yaklaştım. "Bu papatyadan taç bir prensese yakışır, yani sana. Saçımdan alıp kendine mi taksan?" Reddettim. "O zaman seni kovalayacağım!" Daha ona bir karşılık veremeden bir baktım ki gerçekten peşimde. Koşuyordu ve beni yakalamaya çalışıyordu. Bunu yaparken tacı da düşmesin diye eliyle tutuyordu. "Abla! Buraya gelir misin? Sana bu papatyaların hesabını soracağım. Öldürdün onları, benim için."

"Senin için...

O an annem bize seslenmeye başladı. "Çocuklar," dediğinde kardeşim de ben de yerimizde durduk. "Koşmayın, düşeceksiniz. Bir yeriniz acıyacak." Elimi havaya kaldırıp sallayarak annemin bana bakmasını bekledim. O bana bakınca da bir cümle hediye ettim ona.

"Düşmek de var, yaralanmak da."

Sanki şu anı yaşayacağımı bilerek buna ithaf etmişim gibiydi bu sözü. Evet, düşmek de vardı. Hem de çok hızlı bir şekilde. Evet, yaralanmak da vardı. Kanaması belki de durmayacak şekilde. Ve yine evet. Bunları bile bile koşmaya devam ettik, ediyoruz, edeceğiz.

Almira Stayl, ben.

Belki de panzehrini arayan kadın...





9 Şubat 2021

PANZEHİR AKTİFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin