4 ay sonra...
Hayat dediğimiz olgu, tamamen iniş ve çıkışlardan oluşan grafiklere benzetilebilirdi. Ortalama bir insanın hayatında zirveyi görebileceği çeşitli mutluluklar varken aynı zamanda dibi boylayabileceği çöküntüler de mevcuttu. Ama genelde Ortalama bir akış seyrederdi hayat çizgisi. Bu ise, çeşitli dönüm noktalarına göre şekillenen bir çizgiydi bana göre: bazı zirveler ve bazı dipler bizim kim olduğumuzu ve hayatı nasıl yaşadığımızı belirlerdi.
Son birkaç aydır hayatım güzel bir sıradanlık dönemine girmişti. Güzel diyordum çünkü ben okuduğum kitaplarda yahut izlediğim filmlerde tanık olduğum şeylerin çoğunlukla gerçeklikten uzak olduğunun farkına uzun bir süre önce varmıştım. Benim için güzel sıradanlık, sevdiklerimle birlikte olduğum huzurlu bir hayat geçirmekten ibaretti. Standartlarım yüksek değildi, yarınımı planlamak yerine anı yaşamayı öğrendiğimden beri zaten nefes aldığım her an benim için çok kıymetliydi. Büyümüş ve büyük oranda da değişmiştim.
Özellikle bundan bir yıl öncesine kıyasla.
Onat, hayatımın seyrini bu güzel akışına kazandıran en önemli kişi karşımda özenle omleti her ikimiz için de parçalara ayırırken ve onu izliyorken dudaklarımda minik bir gülümseme belirdi. Ona her baktığımda olmasa da, ara sıra böyle dalıp gittiğimde derin mevzular açılıyordu içimde. Bazen hala inanamıyordum mesela onunla olan birlikteliğime. O kadar farklı dünyaların insanlarıydık ki, ikimizin dünyasının nasıl olup da kesiştiğini algılayamıyordum. Kader dedikleri böyle bir şey olmalıydı.
Yoksa dışarda kahvaltı etmeye zar zor ikna ettiğim, kahvaltı önümüze yerleştirildiğinden bu yana kurulan masayı beğenmeyerek her şeyi kendince yerli yerine düzenleyen bu adamla nasıl bir araya gelebilirdik ki?
"Parçaları daha da küçültebilirim," dedi Onat, tüm dikkatini verdiği omletten bana doğru çevirerek. "Sanırım lokmaları kendime göre hesaplamışım."
"Neden parçalara ayırma ihtiyacı duyduğunu bile anlamıyorum," diyerek başımı iki yana salladım. "Ağzıma tıktığım anda zaten parçalanıyorlar."
"Yok artık Nazlı, koca omleti parçalamadan nasıl yemeyi düşünüyorsun?" Kaşlarını kaldırdı.
"Çatalımla gelişine bölüp ağzıma tıkarak?"
"Omletin simetrisi bozulur," dedi ve ardından kaşlarını çattı. "Yamuk yumuk duran bir yemeği yemek pek iştah açıcı değil."
Gözlerimi devirmemek için çabalayarak onu başımla onayladım. Artık Onat'ı salmıştım ve ona uyum sağlama konusunda da büyük ilerleme kaydetmiştim. Ne yaparsam yapayım bu adamın takıntılarını engelleyemiyordum. Hala Pazar günleri evine gittiğimde sabah temizliğinde kullandığı çamaşır kokusunun evden çıkması için tüm pencereleri açık olarak buluyordum mesela. Ya da evinde terliksiz gezemiyordum eğer çoraplarımın kirli olduğuna kanaat getirdiyse.
"Ye hadi," dedi her şeyden memnun olduğuna kesin olarak emin olduğunda ellerini birbirine çarparak. Yüzüne tatlı bir gülümseme yerleşmişti. "Bugün bolca enerjiye ihtiyacın olacak."
"Hem de nasıl." Onayı aldığım gibi çatalıma sarıldım ve nihayet kahvaltı etmeye başlayabildik.
Aslında dün gece yitirdiğim enerjimi toplamama ancak yardımcı olabilirdi bu kahvaltı çünkü geceyi Engin'in kafayı yemek üzere olmasını engelleyerek geçirmiştim. Bu elbette beklediğim bir şeydi çünkü Engin'in olası herhangi bir düğün günü için ne kadar delireceğini daha önceden bana sorsalar belki bundan daha fazlasını bile söyleyebilirdim. Evet, en yakın arkadaşım, can dostum, ağabeyim, gelecekteki çocuklarımın dayısı bugün evleniyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavinin Maviyle Buluştuğu Çizgi
RomanceÖğrenciliği ve garsonluğu eş güdümlü olarak yürütmeye çalışan Nazlı, kendi halinde tek başına yaşayıp giden bir kızdır. En yakın arkadaşı Engin ve uzun süredir platonik aşık olduğu Buğra ile doldurduğu küçük dünyası, bir gün çalıştığı kafeye gelen b...