11. Bölüm - Bir An

935 130 106
                                    

Batan güneşin kızıllığı odanın penceresinden içeri doluyordu. Odanın ortasına hazırlanmış sofradan Türk-Çin karışımı bir koku yükseliyor, sanki bu iki ülke hiç seneler boyu savaşmamış gibi iç içe geçmiş, sıcacık bir armoni burunları dolduruyordu. Xiao Zhan karşısındaki genç adama baktı. Güneşin kızıllığı sanki onun yüzünde yeniden anlam bulacağına inanmıştı, orada oyalanıyor, batmaktan adeta çekiniyordu. Uzun parmakları ve küt tırnakları, o kaşığı eline alana kadar kalkmamak üzere kucağında birleşmişti. Kılıcı yanında yerde yatık bir biçimde duruyordu.

Yemeğe geçmeden önce Yibo'nun söyledikleri yeniden kulağını doldurdu. 'Ölümümün kesin olduğu bir yere gitmemi dilersin, değil mi?' Yani, evet. Dilerdi. Ama bunu onun ağzından duymak onu önce şaşırtmış, sonra ölesiye rahatsız etmişti. Belki onu böylesine rahatsız eden bunu söylerken yüzünde olan ifadeydi? O ifadede insanın içini hırpalayan bir şeyler vardı. Gerçi Zhan'ın içi bir süredir durmaksızın hırpalanıyordu. Belki de onu rahatsız eden, kağanın ölmesini istediğini fark etmesiydi? Fakat hayır, Xiao Zhan adama onu öldürmek istediğini dolaylı bir yolla ifade edeli çok olmuştu.

Sıkıntılı bir nefes vermemek için kendini tutarak önüne konmuş çubukları eline aldı. "Afiyet olsun."

Yibo öğrenilmiş bir saygıyla tabağına uzandıysa da ağzını açıp bir şey yememişti. Tabağın içindeki yemeği bir o tarafa bir bu tarafa sürükleyip duruyordu sadece. Xiao Zhan'ın aklına küçük kardeşleri geldi. Iraz Devleti'nin kutlu kağanı o an küçük bir oğlan çocuğu gibi göründü gözüne. Küçük bir oğlan çocuğu gibi davranmaya çalıştığı çok an olmuştu, mesela yeğenleriyle oynarken onu üç yaş saflığı sarıyordu, ama böyle anlarda bile hep bir kağanlık veya dayılık bilinci üzerindeydi. Bu ise onu gerçekten küçük bir oğlan çocuğu gibi davranırken gördüğü ikinci andı, ilki yarıştıkları gündü.

Kalbi o gün hissettiğine benzer tanıdık bir ağrıyla kasıldı.

Yibo'nun kendi devlet sınırları içerisinde olmayan küçük bir olayda dahi bu kadar sarsılması çok saçmaydı. Böyle giderse ne kendisini, ne de devletini koruyabilirdi.

Eh, gerçi bu da işlerine gelirdi.

Ağzından kaçmak üzere olan iç çekişini pilavla savuşturdu. Acaba Yibo böylesine dalgınken onun ağzından laf alabilir miydi? Babasının, İmparator Xiao'nun yeterli bilgi göndermediği için kendisini suçlayacağını biliyordu.

"Atılay ve Gencer'le ne zaman tanıştınız?"

Yibo'nun şaşkın bakışları, kendisinin şaşkın bakışlarıyla buluştu. Yibo onun birdenbire konuşmasına şaşırmıştı, Xiao Zhan ise sorduğu soruya. 'Tuka devleti ne zamandan beri sınırda dolaşıyor?' demek istemişti aslında.

"Atılay'la babalarımız gençlikten silah arkadaşlarıydılar. Gencer de çobanın oğluydu. Aynı otağda, aynı ebenin elinde geldik dünyaya." Yüzü biraz daha aydınlanmış göründü.

Xiao Zhan'ın neden böyle bir soru sorduğunu bilmiyordu, ama içine biriken sisli bulutlar biraz olsun dağılmış gibi hissetti. Derdi az öncekinden daha az değildi, yüreğini ağrıtan sıkıntısı aylardır hatta yıllardır geçmemişti ve geçmeyecekti de, ama en azından bir kez olsun o konuşmuştu. O soru sormuştu.

Yibo, onun soracaklarından ve vereceği cevapların sebep olabileceği ihtimallerden duyduğu ölümcül rahatsızlığı bir an için hissetmedi. Sadece iki basit insan gibi konuşmak isteği her yanını sarmıştı.

Xiao Zhan anlayan bir ifadeyle başını salladı. "Hep arkadaştınız yani. Başka seçimin yoktu da diyebiliriz."

Bunlar senin umurunda değil¸ diye söylendi içinden. Aylar öncesinde kalmış bir 'seni öldüreceğim' iması sana hatırlatıldığı için suçlu hissettin. Hatta hayır, suçlu hissetmedin. Onu devirmek istiyorsan ona yakın olmalısın, böyle şeyler düşünmesine fırsat vermemelisin sadece, kafasını dağıtmalısın, diye ekledi, yine içinden.

CasusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin