IV

995 44 0
                                    

İSTEK

 Bu mektubu kapamaya, zarfa koymaya mecalim(1) yok. Hemen bitirdiğim gibi, Gülzar'ın eline bıraktım. Bîçâre kız da acemi; mektubu elinde tutarak kapıdan dışarı çıkıyor... Lâkin şu kadere bak, şu bahta bak: Anam sofada bulunmasın mı? Mektubu kızın elinden kapıp pedere götürmesin mi? Ben Gülzar çıktıktan sonra, bulunduğum yerde donmuş gibi kalmışım. Aklımı şaşırmışım. Gözlerimi bir yere dikmişim... Bir dakika geçer geçmez annem koşarak, ağlayarak gelir. Kapıyı şiddetle itiverir; gelir, boynuma sarılır, beni öper, kucaklar. Gözyaşları çeşme gibi yüzüme dökülür! Ben ne olduğunu, nerede bulunduğumu anlayamam, daha kendime gelemem. 

Annem: 

— Ah! Kızım! Kızım! Kendine gel! Ah bîçâre ben! Ah zavallı ben! Az kaldı öksüz kalırdım! Ah! Bin şükürler o dakikaya! Ne hayırlı dakika imiş o ki, ben odadan çıktım da Gülzar'a rastgeldim! Ah! Kızım ah! Korkma... Düşünme... Muradın hâsıl olacak...(2) Senin için korkulacak şey yok artık. Pederini de kandırdım: Seni Rifat Bey'e vereceğiz! dediği gibi, kendimi topladım.

(1) Gücüm,(2) İsteğin gerçekleşecek.

 Artık öyle bir me'yûsiyetten (1)sonra, böyle ümîd-bahş (2) bir söz işitmek! Böyle bir ümide dönmek! Oh... Ne büyük şey! Lakin insan kedere dayanamadığı gibi, sevince o kadar daha ziyâde dayanamaz. Vücudum titremeye başladı. Gözyaşlarım çeşme gibi, annemin göğsüne dökülüyordu! Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bir azdan sonra, zihnim azıcık karar buldu, vücudum bir az rahat etti. Bude Rifat Bey hatırıma geldi; birdenbire benzim değişti:

— Ah... Rifat Bey... Rifat Bey... Rifat Bey kendi(si)ni telef etmiş, ben ne ümit ediyorum!

— Yok kızım, yok! Korkma! Gülzar'a ben söyledim; şimdi gitmiş, söylemiş. O da şimdi sevinmektedir.(1) Umutsuzluktan,(2) Ümit verici. 

 Bu sözü de işittiğim gibi, bütün bütün rahatlandım. Gözlerimi sildim. Annemin elini öptüm. Annem pederime götürdü, onun dahi elini öptüm. Yanına aldı...

 Nihayet, bir aydan sonra, gelin oldum. Lâkin, Rifat Bey'in evine geldim. Çünkü Kâmile Hanım, oğlunun güveyi girmesine razı olmazmış ve hattâ Rifat Bey'in ricası üzere anneme geldiği vakitte dahi orasını teklif etmemiş. Nihayet, evlendikten bir sene sonra, kayınpederim vefat eyledi. Üç sene sonra Kâmile Hanım dahi öldü.


— Ah bîçâre Kâmile Hanım, ah! Beni ne kadar seviyordu!

Sâliha Hanım kendi serüvenini bitirdiği gibi, yine dikişe başladı. Ayşe Kadın: — Ah, hanim, sen de şok sekmiş. Onun işun sabuk ihtiyarlamış. Zavalli hanim! diyerek, kalkıp mutfağa gitti.


TAL'AT BEY

 Gelelim Tal'at Bey'e: Tal'at Bey, Rifat Bey ile Sâliha Hanım'ın arasındaki aşk ve sevginin ürünü olup, pek güzel ve akıllı bir çocuktu. Sâliha Hanımın kayınpederiyle kayınvalidesi öldükleri gibi, anası ve babası da şu ölümlü dünyayı terk etmiş ve sevgili kocası ölümsüzlük âlemini seçmiş olduğundan, zavallının Tal'at Bey'den başka kimsesi yoktu. Bu nedenle, Tal'at Bey'i (öyle) bir derecede severdi ki, Tal'at Bey akşam bir az geç kalsa, "Aman, oğluma ne oldu? Oğlum daha gelmedi!" diye deli olurdu. Her ana oğlunu sevecek a. Ancak bizim Sâliha Hanım, bir çok nedenle, oğlunu başka analardan daha çok severdi. Bununla birlikte, Sâliha Hanimin aklına ve becerikliliğine bak ki, içindeki sevgisini oğluna bildirmez, nazlı alıştırmaz. Çünkü malûm a... Öyle nazlı alışan bazı çocuklar... gençler...

Taaşşuk-ı Talat ve FitnatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin