V

761 37 2
                                    

FİTNAT HANIM 

 Yukarda dolaylı olarak belirtildiği gibi, Hacıbaba on dört yıl önce evlenip bir dul karı (hanım)  almıştı. Bu karının bir yaşında bir kızı vardı. Bir yıl Hacıbaba ile yaşadıktan sonra zavallı kadın öldü. Kızı Hacıbaba'ya kaldı ki, Fitnat Hanım dediğimiz, bu kızdır. Bu kızın babasının kim olduğunu kimse bilmezdi. Hacıbaba ve kızın kendisi dahi şu kadar bilirdi ki, Zekiye H a m m (kızın anasıdır) Hacıbaba'ya varmazdan önce, taşralı olup İstanbul'da memurlukta bulunan bir kimseyle evlenmiş ve bir kaç ay sonra, sözü geçen kişi ölmekle, Zekiye Hanım gebe kalıp bu kızı dünyaya gelmişti. Ancak, aslı böyle miydi? Yok. Sabredelim de, aslını sonra anlayacağız. Her neyse...

 Hacıbaba bu kızın terbiyesine pek çok dikkat ettiğinden, beş yaşıma bastığı gibi okula gönderirken her zaman yanına bir adam katardı. Sekiz yaşına varıncaya dek okula devam ettirdi. Sonra, okuldan çekip eve kapadı. Ama, şöyle kapadı ki, zavallı Fitnat, o zamandan söz konusu ettiğimiz zamana değin; yani on dört yaşına varıncaya kadar, sokak kapısını bile görmemişti desek abartmış olmayız.

 Fitnat Hanım bedeni ince, boyu orta; gözleri, kaşları kapkara; örme saçları, arkasından beline dek uzanmış; rengi süt gibi bembeyaz; burnu pek düzgün: hokka gibi ufak ağzı, lâ'l(1) gibi iki dudak ve inci gibi beyaz ve ufak dişlerle süslenmiş; kısacası, cisimleşmiş güzellik denmeye yaraşır on beş yaşında bir kızdı. Fitnat Hanım pek yumuşak huylu olup öfkenin ve kızgınlığın ne olduğunu hiç bilmezdi. Nezâket ve letafet ona özgü şeyler. Pek az söyler. Sesi pek ince ve güzel. Hiç bir zaman kahkahayla gülmeyip, ancak doğanın şaşırtıcılıklanndan olan inci gibi dişlerini gösterecek kadar, kimi zaman gülümserdi.

 Ahlâkını uzun uzadıya anlatmaktansa, Hacıbaba gibi titiz ve sinirli bir adamla uyum sağlayıp onu hiç bir zaman gücendirmediğini; onun emri ve uyanları dışında hiç bir davranışta bulunmadığını belirtmekle yetinsek daha iyidir, sanırım.

 Evet, Hacıbaba Fitnat Hanım'dan pek çok hoşnut olup hiç bir zaman kendisine kötü söz söylememiş ve surat etmemişti. İsmetine (2) gelince; yukarda denildiği gibi. yedi yıldan beri sokak kapısını görmemiş ve konuştuğu kimseler sınırlı olduğundan, buna tepeden tırnağa ismet desek bile az söylemiş oluruz. 


(1) Kırmızı renkli, değerli bir taş,(2) Namusuna.

 Fitnat Hanım'ın dikiş dikmeye ve nakış işlemeye o kadar sevdası vardı ki, sabahleyin kalkıp kendisine ve odasına güzelce bir düzen verdiği gibi, gergefi önüne alıp ya da dikişe başlayıp hiç baş kaldırmazdı. Emine Kadın dahi, yaşlıların âdeti üzere, pek erken kalkıp eve bir az düzen verdikten sonra, Fitnat Hanımın yanına gidip masal söylemeye başlar idiyse de, Fitnat Hanım bu masallara çok dikkat etmeyip dikkati gergef ve dikişindeydi. Üç dört saat böyle geçtikten sonra, nakış ustası Şerife Kadın gelip bir yarım saat kadar nakış alıştırmaları yapar ve yarım saat kadar da Emine Kadın'la konuşur, gider. Fitnat yine işlemeye dalar. Kısacası, Fitnat Hanım hep dikiş ve gergefle meşgul olur. Kimi zaman işler ve kimi zaman işlemiş olduğu şeyleri açar, gözden geçirir. Noksanlarına canı sıkılır, noksansız olanlarla övünür. Güzel işlenmiş ya da dikilmiş bir şey görse, bir kaç kez gözden geçirir, daha iyisini yapmaya çalışır.

 İşte, Hacıbaba'nın evine nakış ustasından başka giren çıkan yok(tur). Çünkü bir yandan, Hacıbaba komşularıyla çok iyi geçinmediğinden ve ev dışından Fitnat Hanım'ın kimseye iâde-i vizite etmeyeceği (1) belli olduğundan, komşulardan hiç kimse Hacıbaba'ya konuk olmaz.

 Ama, "Fitnat Hanım böyle dâima yalnız oturmaktan sıkılmaz mıydı?" denilecek. Yok. Büsbütün aksine. Fitnat Hanım kendi âlemi içinde, kendi gergefiyle, kendi dikişiyle şöyle eğlenirdi (2) ki, onları bırakıp bir konukla konuşmak, söz bulmaya kendisini zorlamak, kendisi için sıradan bir sıkıntı olacaktı. Hattâ, Emine Kadın'ın masallarını dahi, çok defa, dinlemeye vakit bulamazdı. Emine Kadın, işsiz kaldığı gibi, vira (3) masal söylemekten vazgeçmezdi; fakat dinleyen yoktu.

Taaşşuk-ı Talat ve FitnatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin