VI

693 34 3
                                    

NAKIŞ ALIŞTIRMASI

 Tal'at Bey, Şerife Kadın'ın kapısına gittiği gibi kapıyı çaldı. Hemen kapı açıldı. Yukarı çıktı. Çarşafı, yemeniyi çıkardı. Gösterdikleri bir ufak odaya girdi. Gördü ki, yaşlı bir kadın oturmuş bir iki kıza nakış gösteriyor. Selâm verip bir köşede oturdu. Dizleri tir tir titriyordu. Korkuyordu. Ettiğine bir an pişman oldu. Geleceğini düşündükçe avundu... Bir azdan sonra, kızlar gitti. O vakit Şerife Kadın, Tal'at Bey'le konuşmayı açtı:

— Siz kimsiniz kızım? İsminiz nedir?

 Tal'at Bey kendi adını önceden düşünmüştü. Sesini kız sesine benzetmeye çalışarak:

— İsmim Râgıbe'dir. Bir müderris (1) kızıyım. Anam on beş sene evvel ölmüş, beni ufak bırakmıştır. Pederim beni okumaya, yazmaya çalıştırır. Nakısa, dikişe çok sevdam vardır. Ama bırakmıyor; "Onlar bir işe yaramaz, sen okumaya, yazmaya bak!" diyor.

— Subhânallah! (2) Kan, müderris olmayacak, kâtip olmayacak. Kıza o kadar okumak yazmak ne lâzım? Kızlara birinci lâzım olan şeyler dikiş dikmek, nakış işlemek vesâir (benzeri) böyle şeylerdir. Yazı da fena değil. Demem ama...

 (1) Medresede (üniversite) ders veren kimse ,(2) "Tanrıyı her türlü kusurdan, ayıptan ve eksiklikten uzak tutarım" anlamına gelen söz.

— Nihayet, geçenlerde halam da gelmişti. Pederi güç belâ ile kandırdık ki, bana bir az dikiş, bir az nakış tahsil ettirsin. Bir nakış ustası aradık. Sizi pek çok medh ettiler. (övdüler) Onun için geldim, size rica edeyim... — Peki kızım, peki... Nakıştan hiç meşk aldığın' yok mu? — Vâlideciğim,(anacığım) hiç şimdiye kadar elim iğne tutmamış, siz himmet (yardım) edeceksiniz de... — Yazık. Kızım, böyle güzel lâkırdı (söz) söylersin. Böyle güzel, uslu bir kız da... Nakış bilmeyesin... Aa, peder (baba) efendi iyi etmemiş... Fakat merak etme kızım. Aa! Bu zekâvetinle(zekiliğinle), bu aklınla hiç şüphem yok ki, az zaman içinde pek âlâ öğreneceksin. Fakat siz buraya geleceksiniz, değil mi? — Evet evet, bendeniz gelirim. — Çünkü ihtiyarladım kızım, bir yere gidemiyorum. Şimdi hemen başlayalım kızım. Dışarıda bir boş gergef var, onu getir bana. Râgıbe Hanım kalktı, gergefi aldı, Şerife Kadın'm önüne getirdi.
— Şu dolabı da aç. Üst katında bir çevre var, onu getir; şu kutuyu da getir.
Râgıbe Hanım hepsini getirdi, önüne bıraktı. — Şimdi bak kızım. Ben şu çevreyi nasıl gereceğim ki, sen de evinde öyle geresin.

Şerife Kadın çevreyi gerdikten sonra kutuyu açtı. İğne iplik çıkardı, işlemeye ve her şeyi tarif etmeye başladı. Râgıbe Hanım, yani Tal'at Bey, gözlerini gergefe dikti. Kimi zaman nakısa dikkat ediyor ve kimi zaman işin nasıl ileri varacağımı düşünüyor ve kimi zaman hilesinin ortaya çıkmasından korkuyordu. Yüzü her dakikada bir renk alıyordu. Sonunda bir azdan sonra alıştırma bitti. Râgıbe Hanım kalktı, çarşafa büründü, çıkıp gitti.

Yüksekkaldınım'dan inerken baktı ki, kendi kalem efendilerinden bir kimse dahi karşısında yürüyor. Bir de, sözünü ettiğimiz efendi buna yanaştı; baş eğip dikkatle yüzüne bakıyor, işaretler ediyordu. Tal'at Bey, bir yandan "Beni taramasın!" diye korkuyor; bir yandan da herifin bu türlü rezilce davranışı canını sıkıyordu. İstiyordu ki yakasını kurtarsın; fakat herif ayrılmıyordu ki... Tal'at Bey acele gidiyordu, o da acele ediyordu; Tal'at Bey yavaş duruyor, o da öyle yapıyordu. Tal'at Bey'in cara sıkıldı. İstiyordu ki herife çıkışsın; fakat cesaret edemiyordu. Kendisine de el vermiyordu. Kendi kendisine:— Ah bîçâre kadınlar, neler çekerlermiş!

 Biz erkekler onları kukla mesabesinde (gibi) kullanıyoruz. Yolda serbest ve rahat yürümelerine mâni (engel) oluruz. Bu ne rezalet! Ne küstahlık! Bir erkek, tanımadığı bir başka erkeğe rast gelse, yüzüne bakmaz, söz söylemez. Lâkin tanımadığı ve hiç başka defa görmediği bir kadına rast geldiği gibi, gülerek yüzüne bakmaya ve söz söylemeye başlar ve kovsalar bile yanından ayrılmaz. Demek oluyor ki, biz kanlan insan sırasına koymayız. Kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkarız. Serbest gezip seyir etmelerine ve eğlenmelerine mâni oluruz ve bir taraftan da kendimizi onlara güldürürüz. Çünkü bâzı kurnaz kadınlar bulunur ki, "Bu ne budalaymış; dur bununla biraz eğlenelim!" diyerek, bizi maymun gibi oynatırlar. Seyirlerinden,(1) evlerinin kapısına dek arabanın arkasından tozlar dumanların içinde götürürler. Ahlâk ve âdâtımızı (2) bilmez bir adam, bir kimseyi bu hâlde görse, elbette "Deliymiş," diyecek.

Taaşşuk-ı Talat ve FitnatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin