17| Bir damla kan, binbir endişe.

408 57 159
                                    

Yibo emin değildi. 

Ancak tahmin ediyordu ki, ölüm eğer bir surete bürünecek olsaydı fazla uzaklarda dolanmaz hemen yanı başına geçerek onun görmekte olduğu insanlardan birinin yerine geçerdi. Çünkü etrafındaki her yüz korkuyla kasılmış, gördüğü her göz bebeğine nedeni tahmin edilebilir bir sıkıntının gölgeleri kazınmıştı.  Hemen hemen herkes ölümü çağıran sessizliğe gömülüp kalmıştı. Tüccarlara ait yük arabalarıyla kapanan sokağın başında öfkeli sesler yükselirken, arkada bekleyenler çareden yoksun bir tavırla sokağı bekleme yeri yapmışlardı. 

Ve Yibo bu manzaranın içinde bir yerde,  hem kendisine seslenmekten vazgeçmeyen çocuğu arıyor, hem de o üzüntülü insanların arasında aklını bütünüyle yitirmemeye çalışıyordu. Ama çoktan uyuşarak, zihnine dair bazı şeyleri yitirmişti.

"Neredesin, nerede?"

Adımları birbirine dolanmakla kalmayıp onu düşürmek için kendisine tuzaklar kuruyordu. İlerlemek sancılı ve ağrılarla doluydu. Yibo hissediyordu; tozla ve türlü ayak izleriyle lekelenen zemine düşüp kalmak an meselesiydi. Fakat niçin böylesine kırılmaz bir inatla yürümeye çalıştığını bilmiyordu.

Seslenişi hiç azalmayan çocuğu durdurmak isteyerek boşluğa doğru elini ileriye uzattığında, karşısında duran, tanıdık gelmeyen bir lord ona baktı. O adam, Yibo'nun dağılan üstüne ve kanlanan gömleğine uzun süre bakmış ve sonunda onun da kendisi gibi bir soylu olduğunu anlamıştı. Bu yüzden saygılı olmaya çabalayarak, "Lordum kendinizde misiniz?" Diye sormuştu.   

Cevap yoktu. 

Bu cevapsızlık adamın bir kez daha sağda solda dolanarak bir şeye bakınan Yibo'ya seslenmesine neden olduğunda Yibo onun yüzüne bile bakmadan sesin geldiği yöne doğru koşturmuştu. Yaptığı şey koşmak da sayılmazdı ama en azından adımları öncekine göre daha hızlıydı. Tuzağına düştüğü kabusu adım adım onu kendisine çektiği halde, varlığı da adım adım öteye çekiliyor gibiydi.

Nereye kadar gittiğini bilmediği yolda epey ilerlese de, ses hala sabit bit güçte geliyordu. Belli ki mesafeler hep aynı kalıyor ve asla kapanmıyordu. Ayak tabanları sızlıyordu.

Bacaklarında dermanın en küçük zerresi bile yoktu ve bu yüzden sadece olduğu yerde geriye dönerek baktığı yerlere yeniden göz attı. Kısılan göz kapakları bütünüyle kapanmak istiyor, Yibo da inatla sadece tek bir kulağıyla duyduğu seslenişe ulaşmayı deniyordu. Gözünün önündeki soluk renkler gittikçe solmuştu. Artık geriye sadece insanların hepsi birer kuklaymış gibi hızlı ve telaşlı kaba eylemleri kalmıştı. 

Dünya dönüyordu, olduğu yerde sarsılan Yibo'ya rağmen, ait olduğu her şeyle birlikte dönüyordu. Ölen ve yaralanan herkese rağmen dönen bu dünya Yibo'nun kaldırabileceğinden çok daha fazlasını omuzlarına yüklüyordu. Öyle ki, nefes almak bile çok zor geliyordu.

"Bulamadım seni."

İsyan eden bedeni yere çökmek için acı çığlıkları attığı sırada son bir gayretle yol kenarına doğru yürümeye başladığında gücünün son demlerini kullandığını ve bu gücün ona yetmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden iki adım sonra  tökezlerken şaşırmamıştı. Yere düşüş anında, kullanım süresi sona eren kurmalı oyuncaklar gibi hareketsizdi.

"Lanet olsun." Kelimeleri dilinin döndüğü son sözler olarak sese büründüğünde ve sonsuz bir düşme anının içine kapana kısılmış gibi hissettiğinde çok geçmeden güçlü iki el onu tutarak beklemeden kendisine çekti.

Derin bir nefes eşliğinde, "Buldum seni." Diye konuşan Xiao Zhan kolları arasında tuttuğu bedenin tüm ağırlığını çekinmeden kendisine yasladı.

Lord, don't move that, [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin