15. Bölüm - Kaderin Planı

848 123 71
                                    

Dolunay şenliklerinin başlamasına ve hazırlıkların bitmesine resmi olarak iki hafta kalmışsa da, meydanı şenliğe hazırlamakla geçen her gün zaten şenlik havasında geçiyordu. Gündüzleri çocuk cıvıltıları, geceleri kopuz tınıları şehri sarıyor, gökyüzündeki yıldızlar bütün kalabalıklığıyla Iraz halkına eşlik ediyordu.

Sarayın yüksek balkonundan uzaktaki meydanın ışıklarına bakarken düşündü. Buraya geleli ne kadar olmuştu? Yanılmıyorsa en az bir senenin yarısı kadar bir zaman geçmişti.

Yibo'ya şenliklere gitme teklifini sunduğunda, hazırlıkların bu kadar uzun sürmesini ve şenliğin bu kadar geç olmasını beklememişti.

Zira unuttuğu bir gerçek vardı: kaderin her zaman başka bir planı olurdu.

Şifacının otağından ayrılıp saraya döndüklerinde kağan tarafından kesin bir dille dinlenmesi emredilmiş ve şifacı da, kendisi de bir şeyi olmadığına onu hiçbir şekilde ikna edememişti. Bu nedenle Zhan günlerinin çoğunu odada geçiriyor, yürüyüşe çıktığında ise kağana rastlamıyordu. Yemeklerini onunla yemiyor, odaya da Xiao Zhan'ın izni ile yiyecekleri Atılay getiriyordu. Xiao Zhan bir fırsatını bulup en sonunda onun mantıklı bir açıklaması olacağını umarak Atılay'a sormuştu. "Işbara Atılay. Şifacı hiçbir şeyim olmadığını söyledi, ben de iyi olduğumu söylüyorum. Bu inat niye? Yibo bana neden inanmıyor?" Bir an sonra duraksamıştı. "Bana güvenmediği için ortalarda dolanmamı mı istemiyor?"

Bu çok mantıklı bir fikirdi ve kağan en başından böyle yapmalıydı. Fakat dile getirmek göğüs kafesinin sol tarafına kılıç darbesi almış gibi canını acıtmıştı. Dinlenmekle en doğrusunu yapıyordu belki de. Yibo'dan uzakta, damarlarından akan kanıyla, o kanın acı dolu hatıralarıyla ve düşünceleriyle baş başa olması iyiydi.

Kendisine her zaman öfke ve şefkatin birbirine geçtiği bakışlarla bakan Atılay yemeği prensin önüne koyup odadan çıkarken hafifçe gülümsemişti.

"Beni yanlış anlamayın ama, bence Yibo sizi kendisinden koruyor. Afiyet olsun."

Ve Yibo'nun söyledikleri Zhan'ın kulaklarını zonklatarak beyninde belki bininci kez yankılanmıştı:

'Ben özür dilerim. Seni bütün bunlara mecbur bıraktığım için.'

Atılay haklı olabilirdi belki, oysa Yibo'nun koruması gereken kendisi ve vatanıydı.

Onunla bu sefer konuşmaya kararlı bir şekilde dairesinden aceleyle çıkmış, Sonay'la burun buruna gelmişti.

"Prens Xiao. Çin Devleti'nden bir ulak geldi. Önemli ve aciliyeti olan bir konu olduğunu söyledi."

Sonay'ın nefes nefese kurduğu cümle, hızlı ve güçlü adımlarını korkusunu saklamaya çalışarak sarayın ön kapısına yönlendirmişti. Bir zamanlar kılıç arkadaşı olan bir asker Çin'den ona haber getirmiş, onu bekliyordu. Arkadaşından önce gözü onun yanında dimdik duran kağanı bulmuş, günlerdir görmediği yüze bakmak için soluklanması gerekmişti. Daha sonra ulak olarak gönderilen Huaisang'a dönmüştü. Annesi hasta düşmüş, Huaisang ise onu bilgilendirmek için özel olarak gönderilmişti. Annesini görmesi gerekiyordu.

Huaisang'ın sözlerini duyduğu anda yalpalamış, gözleri endişe ve korkuyla kızarmıştı. Herkesin Zhan hakkında bir yanılgısı vardı. İmparator Xiao onun sırtını dayadığı bir dağ sanılırdı, ama onun soluklanmak ve güç kazanmak için yaslandığı tek kişi annesiydi.

Annesi sarsılırsa, o yıkılırdı. Başına bir şey gelse, yeryüzünü Zhan'a yuva kılan hiçbir şeyi kalmazdı.

Kalbini saran tüm o korkuların arasında dirseğinde hissettiği güçlü baskı onu kendine getirmişti. Yibo'nun incelikle yaratılmış parmakları dirseğini sarmış, bakışları anlayan ve kollayan bir ifadeyle onu kucaklamıştı.

CasusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin