Siirt'den buraya gelme sebebimiz, doğduğumdan beri yaşadığımız o köyün bizi taşlamasıydı. Her şeyin düzelmesi için geldiğimiz bu memlekette ise yike taşlanıyorduk ama bu sefer gidecek bir yerimiz kalmamıştı.
Ev sessizdi, herkes uyuyordu. En ufak bir çıt sesi bile bu karanlık ve sessiz odada bağırtı gibi duyuluyordu. Bu yüzden sırf ağladığım duyulmasın diye kendimi sıkıyordum.
Boğazımda ki yumru daha fazla canımı yakmaya başladığında dayanamayıp yorganı üzerimden bir çırpıda attım. Yattığım yer yatağından destek alarak ayağa kalktım ve herkesin uyuduğu, yer yatakları serilmiş olan sobalı odadan kaçar gibi kapının önüne gittim.
Annem soğuk girmesin diye bizim küçüklerin giyinmediği bir kazağı kapının aralık kısmına koymuştu. Onu ayağımla biraz itip ses çıkarmamaya özen göstererek kapıyı açtım.
Sıcak odadan soğuğa çıktığımda hiç umursamadan dış kapıya ilerledim, ayakkabımı rastgele giyinip dışarı çıktığım anda kapıyı aralık bıraktım. O andan itibaren sanki dakilardır suyun altında kalmışım gibi sesli sesli nefesler almaya başladım.
Yüzümü buruşturup evin kenarına yürürken bahçenin köşesinde dayanamayıp ağacın kenarına oturdum, kendimi sıkıp kasıldığım için tüm vücudum ağrıyordu sanki.
Bacaklarımı kendime çektim, kafamı arasına gömdüm ve artık kendimi tutamadan sesli sesli ağlamaya başladım.
Dayanamıyordum.
"Abi, gel.. gel." diye mırıldandım ağlamalarım arasından.
Gelemezdi, soğuk toprağın altındaydı.
"Dayanamıyorum, yetişemiyorum."
Ailem için en iyisini yapacağım konusunda yemin ederek bu yola başvurmuştum. Ama yapamıyordum, izin vermiyorlardı.
Çok bir şey istemiyorduk ki, sadece düzgünce ve kendimiz gibi yaşamak istiyorduk. Kafasına taş atılan babamın kimseye zararı yoktu, dayak yiyen kardeşlerimin bir suçu yoktu, kuru ekmek yiyen annemin bir günahı yoktu.
Benim bir suçum var mıydı? Bilmiyordum.
Boğazımdan bir hıçkırık daha kaçtı.
"Reis sen yarın gelecek misin Alp reisin yanına?" karanlık ve boş sokakta yakından sesler gelince kafamı kaldırdım.
"Bakacağım, gelirim sanırım." Kürşat'ın sesini ayırt edebilmiştim.
Ağlamam iç çekişlere dönüşürken, kendimi durdurmak istemiştim ama onun sesini duyunca daha fazla ağlama hissiyatı gelmişti.
"O ses ne lan?" buraya yaklaşmışlardı. Üç kişilerdi ve kaşe siyah mont giyinmişlerdi. Sadece Kürşat'ın elinde bir tesbih vardı.
"Harbiden biri mi ağlıyor?"
Kürşat kaşlarını çatarak etrafına baktı, saniyeler sonra gözleri benimle buluştu. Üçünün de bakışları beni buldu, adımlarını yavaşlatmışlardı.
Kıpkırmızı olmuş, dolu dolu olan gözlerim ile elimde olmadan onlara bakıyordum. Bacaklarımı daha fazla kendime çektim. Kendimi toparlayacak gücü bile bulamıyordum.
Kürşat tesbihi iki eliyle tutmuş boncuklarını ikişer üçer avuçlarının arasına alırken çatık kaşları ile beni baştan aşağı süzdü. Tabi yanında ki arkadaşları ile beraber. Hem soğuktan hem de düştüğüm bu durumdan dolayı tüm vücudum titremeye başlamıştı.
"Bir şey değil," tok sesi sanki mahallede yankılandı. "Sokak köpeğiymiş."
Yanında bana Kürşat ve diğer adamdan daha farklı bakan, belki de üzülmüş olan genç Kürşat'ın dediğini duyunca afallayarak ona baktı.
Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerinin içine baktım, ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu.
"Hadi, yürüyün." gözlerimin içine bakarak konuştu ve birkaç adım atana kadar göz temasını kesmedi.
Diğeri hemen onun yanında giderken benden daha küçük olan genç çocuk birkaç saniye durdu, yüzünde o nefret ettiğim acıma ifadesi vardı. Kafamı çevirdim, saniyeler sonra onun da ayak seslerini duydum.
Kafamı kaldırıp baktığımda üçünün mahallenin karanlığında yürüyüşünü izledim. Ağlamalarım iç çekişlere dönüşmüştü.
Benim bir suçum var mıydı?
Yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEMLEKETSİZ
ChickLit[TAMAMLANDI] Siirt'den kaçıp İstanbul'a sığınan bir Kürt ailesi, tamamı ülkücü olan mahalleye düşer.