EPİSODE 31

40.4K 2K 1.2K
                                    

Beyler ve Beybiler!

Biz geldik... Hem de 500.000 bini geçen bir aile olarak. Hep birlikte nicelerine...

Okuyan herkese çok teşekkür ederim. Bu zamana kadar gerek oy ve yorumlarda gerekse manevi olarak her anımda yanımda olanlara çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız, hep de olun...

Fakat artık yerimizde devinip durmamız can sıkıcı bir hâl aldı. Her geçen zaman oy ve yorumların artması gerekirken yerinde sayıp duruyor. Hatta bazen düşüyor da. Oy ve yorumlarda olmayan birçok kişi bölüm istiyor fakat nedense destek olmak için çaba sarf etmiyor. Bu benim değil, bizim hikayemiz. Lütfen bunu unutmayın. DEHARİR'i ben değil, biz büyütüyoruz. Şimdi lütfen eğer eski bölümlere oy vermeyenler gidip versin ve öyle bu bölümü okusun^^

Yerimizde devinip durmamız değişmediği sürece, yani oy ve yorumlar olması gereken noktaya ulaşmadıkça şunun altını çiziyorum ki benden yeni bölüm beklemeyin. Her zorluğa, zor günüme ve verdiğim tavizlere rağmen yazıyorum ama onlarca okuyan kişinin bir yıldıza ısrarla dokunmaması çok saçma. Bir bölüm benim bazen üç bazen on bazen daha fazla günümü alıyor. Sizinse bir oy vermeniz saniyelerinizi.

Bir sınır da koymayacağım. Zaten okuyan herkes üstüne düşeni yaparsa ortada sıkıntı diye bir şey kalmaz :)

Altını çizerek söylüyorum ki oy ve yorumlar yüksekmedikçe bölüm gelmeyecek.

Ne demek istediğimi anladığınızı umuyorum.

İyi okumalar^^

EPİSODE 31

Işığı söndürülmüş bir ayın külleri yıldızlara her savrulduğunda denize düşmeyen yakamozun ahı göğü lanetler.

Ah edilmiş kaybın külleri göğsümün tabutunda yıllardır duruyordu. Ne bir el uzatıp kaldıran vardı ne de o külleri savuran.

Işığımı söndürmüşler ve sırt dönmüşlerdi.

Bir gün karanlığıma göz dikilene dek...

Yosun tutmuş gölde ne kadar katliam gerçekleştiyse, kan ağlayıp köpüren dalgaları hapsolduğum karanlığa çıplak gözlerle dalmış, karanlığıma dahil olmak için beni pençeleri altına almıştı.

O pençeler beni yaralamadı.

O pençeler beni yaralarımdan arındırdı.

Çakır...

Biryan.

Yarım kaldığım ne kadar ânım varsa, yitirdiğim zamanların hakkına girip tamamladı beni. Bu tamamlayış önü dipsiz uçurumlar, sonu kör kuyulardı.

Bu bizim nefsimiz, nefesimiz ve nefessizliğimizdi.

Biryan, her dokunduğumda kırıklarından çatlayan dağdı, o dağ kırdıkları beline yenilip göğsüme yığılmıştı.

Gecenin üçüydü, şöminenin ateşi artık daha sakindi ama sıcaklığı hâlâ önünde yattığımız çıplak bedenlerimizi ısıtıyordu. Çakır yüz üstü olacak şekilde bacak aramda durmuş, üzerimde uzanıyordu. Yanağını karnıma yaslamıştı ve parmak uçları çıplak karnımın üzerinde ressamın fırçası gibi usul usul geziniyordu.

DEHARİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin