"Ana ben çıkıyorum, dolanacağım biraz." ayakkabımı giyinirken içeride çay içen anneme seslendim. Televizyonda çalan türküden sesimi duyabiliyorsa eğer.
"Tamam oğul, dikkatli ol." dedi, duyuyormuş.
"Tamam."
Üzerime hırkamı alıp dışarı çıktım ve elimi arkaya koyup kapıyı kapattım. Otomatik olarak kahvehaneye çevirdim bakışlarımı, bu sefer orada yoktu.
İki gündür sapık gibi sürekli beni takip ediyordu, bunu gizli gizli değil açık ve net yaptığı için kızamıyordumda. Ha kızıyordum ama içten kızamıyordum.
Bir telefon almam artık şart olmuştu çünkü aynı koruma gibi peşimde geziyordu. Mahalle kalabalık olunca uzaktan, kimse yoksa yanıma gelip. Onun da işlerinin aksadığının farkındaydım.
"Abi, topu atsana!" kahvehaneye dalıp gitmişken ince, çocuk sesi duyduğumda irkilip önüme döndüm. Kürşat'ın kardeşi Savaş yanında iki arkadaşı ile sabırsızca bana bakıyordu.
O sırada hemen önümde duran topu fark ettim. Çocuklar sızlanmaya başladığında topu ayağımın ucu ile döndürüp onların olduğu kısma attım. Ama ayağım cidden ayarsız olduğu için çapraz gitti.
"Atacağın topu sevsinler abi ya." Kürşat'ın kardeşinden de bu beklenirdi zaten.
"Topunuz yamuk oğlum." dediğim sırada topun nereye gittiğine baktım. İki kişinin hemen ayağının dibinde duruyordu. Yüzü bana dönük olan sırıttı.
"Bence ayağın yamuk kardeşim." dedi topu aynı benim yaptığım gibi alıp, bir kere sektirdikten sonra çocukların tam ayağının dibine atarken.
"Yav sikecem topunu, beni dinle sen." yüzünü göremediğim genç hararetli hararetli konuşuyordu. Çocuk kafasını sallayıp ciddiyetle onu dinlemeye başladı. Seslerini şimdi duyamıyordum.
Ellerimi hırkamın cebine koyup kahvenenin üstünde ki sokağa doğru yürüdüm. Biraz da burada ki esnaflara bakacaktım iş için. Daha doğrusu hem eve yakın olsun hem de boş oturmayayım diye.
Konuşan ikilinin yanından geçerken az önce bana arkası dönük olan gencin yüzüne baktım. Esmer, yirmili yaşlarda biriydi. Benden belki bir yaş kadar küçük duruyordu.
Uzun uzun baktığımı fark edip bakışlarımı çektim. Kürşat görse şimdi hakkı olmadan sinirlenecekti ve benim onunla uğraşmaya halim yoktu.
Bir erkeğin, başka bir erkekten beni kıskanması garip gelmişti anlık olarak. Daha önce böyle bir şey görmediğim için acaba saçmalıyor muyum diye düşünüyordum. Ama kesinlikle saçmalamıyordum.
Bir kızla görse de kıskanacaktı. Sonuç olarak onu sinirlendirmemek istiyorsam yanıma hiçbir canlının yaklaşmaması gerekiyordu. Başıma dert almıştım. Ya da dert almak istemiştim. Çünkü istesem ona çok da güzel kafa tutabiliyordum.
Kendimi daha fazla sorgulamamaya karar verip çenemi dikleştirdim. Biraz temiz havayı içime çekmeme gerek vardı.
Biraz ilerledikten sonra ana caddeye çıkan yolun sokağına dönmüştüm ki Kürşat ile burun buruna gelince irkildim. O da şok olmuştu ama anında gülümsedi.
"Bu sokaklar seni hep bana getiriyor farkında mısın?" bunu dediği anda kendimi biraz geriye çektim.
"Böyle sokağın amına koyayım o zaman." dedim ama o daha fazla güldü. Bugün keyfi yerinde gibi görünüyordu.
"Niye bu kadar keyiflisin?" diye sordum, aslında bu hali hoşuma gitmişti. Çünkü hep sinirli sinirli dolanıyordu etrafta.
"Müzeyyen ile konuştum." dedi keyifli keyifli. Kaşlarım çatıldı.
Ne yani Müzeyyen ile konuştuğu için mi bu kadar mutlu olmuştu? Bu adam ne yapmaya çalışıyordu bilmiyorum ama kendime kızsamda ona sinirlenmemi engelleyemiyordum.
"Güzel, sevindim." dedim ona kafa selamı verip kafamı eğdim ve çapraz adım atıp onun önünden çıktım. Bir adım atmıştım ki kolumu tuttuğunda mecburen durdum. Bıkkın bir nefes alıp ona döndüm. Hâlâ gülümsüyordu.
"Kızma hemen, düşündüğün gibi bir şey değil."
"Bana ne?" vücudunu bana çevirdi ama kolumu bırakmadı.
"Müzeyyen ile konuştum, mutluyum." dedi tekrardan, ekledi. "Çünkü seni anlattım."
"Ne?" dediğimde etrafına bakındı, ardından bana bir adım daha yaklaştı.
"İçimde hiçbir şeyi tutamam ben, mutlaka birine anlatırım. Daha doğrusu arkadaşlarıma. Ama işte seni kimseye anlatamıyorum. O beni dinliyor." çocuk gibi sevinmişti bu duruma.
"Rahatlıyorum ona anlattıkça. Çünkü seni sana da anlatamıyorum. En iyisi beni anlayabilecek birine anlatmak." tesbihli eliyle ensesine koyup sıvazlar gibi yaptı ve geri çekti.
"Müzeyyen sana hiç ters tepki vermedi mi?" şimdi sadece günlerdir aklımda olan soruyu sormuştum.
"Şaşırdı ama hiç kötü tepki vermedi. Biz onunla dostuz, zaten o olmasaydı ben hâlâ sana düşman gibi davranıyor olurdum." konuştukça dökülüyordu.
"Ama tüm mahalle sizi aşık sanıyor." kafasını iki yana salladı 'yani' gibisinden.
"O işler karışık, zaten bir planım var o konuda."
"Neymiş?" merakla sorduğumda konudan alakasız bir şekilde gülümsedi.
"Sana ne?" meraklı yüz ifadem, afallamaya dönüştü. O sırıttığında kaşlarım çatıldı.
"Siktir git." dedim yeniden arkamı döndüm, bu sefer beni engellemedi ama yanımda yürüdü.
"Nereye?"
"İş için bakınıyorum öyle." dedim, tesbihini çevirme sesleri yine beni sinir ediyordu. O sırada telefon sesi onun da kuracağı cümleyi kesmişti.
Cebinden telefonunu çıkarıp anında açtı, bir yere gitmekle ilgili bir şeyler konuşup telefonu kapattı. Ardından bana döndü.
"Mahalle dışına çıkma tamam mı?" diye sordu, adımlarını durdurmuştu. Sanırım tersi yöne gidecekti.
"Çıkarım." dediğimde omzuma dokundu.
"Çıkmazsın çıkamazsın." dedi, hafifçe sıkarken. Dokunmaya çekiniyor gibiydi.
Dokunduğu yerler yine alev almıştı, birkaç saniye yüzüme baktı ama daha sonra elini çekti ve tesbihini sallayarak az önce ki sokağa döndü. Gidene kadar dönüp dönüp bana bakmıştı.
O gittiğinde derin bir nefes alıp önüme döndüm. Onun yüzünden kendimi aşırı değişik hissediyordum. Bunu başarıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEMLEKETSİZ
ChickLit[TAMAMLANDI] Siirt'den kaçıp İstanbul'a sığınan bir Kürt ailesi, tamamı ülkücü olan mahalleye düşer.