38- YALANLAR VE YALANCILAR

58.7K 5.3K 2.9K
                                    

Sabah üzerime hırkamı geçirdiğim gibi işe gitmek için yola koyuldum, sabah saatinde bir mobilya taşınacağı için patron ikinci gün olmasına rağmen yıllardır ahbaplığımız varmış gibi beni sabahtan çağırmıştı.

Tabi akşam çıkıp Kürşat'ı göremediğim için ona soracağım sorular ve almam gereken cevaplar vardı. Onun bana yaptığı gibi dün gece kapısına dayanmak istesem de kendime engel olmuştum.

Dükkanın olduğu sokağa dönecekken aniden kolumun çekilmesi ile irkildim. Neden sürekli kolum tutuluyordu ki?

Refleks ile kafamı çevirip baktığımda çatık kaşlı Kürşat'ı gördüm, uzun süredir bana böyle bakmıyordu. Aşık bakışları garip gelecekken, sinirli duruşu garibime gidiyordu.

"Hayırdır? Sen de iyi alıştın tutup çekmeye." dediğime aldırmadı.

"Konuşmamız lazım." evet, konuşmamız lazımdı ama şimdi değil. İşim vardı.

"Dükkana gitmem lazım." kolumu ondan çektiğim sırada yine kavradı.

"Siktirme dükkanını." dişlerinin arasından konuşup beni çekiştirmeye başladı.

"Düzgün konuş lan." desem de ona ayak uydurdum. Çünkü ona sormam gerekenler işin önüne geçmişti.

Etrafı kısaca süzdüm biri var mı diye, hiç kimse yoktu. Kürşat'ın götürdüğü yeri tahmin edebiliyordum, o yurdun sokağına çıktığımızda kolumu kendime çekmek istedim ama engel oldu. Daha sakin tutuyordu artık.

Sabah saatlerinde daha da ıssız görünen yurdun bahçesine girdiğimizde yine o ağacın önüne doğru yürüdü. Arkasından sürüklenerek yürüyormuş gibi gözükmemek için onun adımlarını yetişmeye çalışıyordum.

Ağacın önüne geldiğimiz gibi kolumu hararetle bıraktı, bir adım geriye sendeledim. Bu halleri iyice can sıkıcı olmaya başlamıştı.

"Ne oluyor amına koyayım?" dedim sinirle, o arkasını dönüp tesbihli eliyle yüzünü sıvazladı.

"Caner," dedi sesini yükselterek, ardından bana döndü ve tesbihli elinin işaret parmağını geldiğimiz sokağa uzattı. "Sana o dükkana gitmeyeceksin demedim mi?"

"Lan geri zekalı dedin, eyvallah. Sağır ya da mal değilim duydum ve anladım. Ama sen kimsin amına koyayım sen höst dediğinde sorgusuz sualsiz durayım, gel dediğinde geleyim?" çileden çıkmıştım artık. Her şey o kadar saçma geliyordu ki.

Bir şey demeden dişlerini sıkarak yüzüme bakmaya devam etti.

"Hakkında Kürt düşmanlığın ve Ülkücü olmak dışında hiçbir şey bilmiyorum. Evimi taşlıyorsun, benimle kavga ediyorsun ve sonra gelip seni seviyorum diyorsun. Sırf belki ciddisindir diye kalbini kırmamaya çalışıyorum ama sen bir erkekten hoşlansan bile o erkek ben olamazdım." o çocuk anlattıktan sonra saçma bile olsa artık aklım karışmıştı.

Sadece tek bir sorun vardı, bu bir oyun olsa neden kendisini erkeklerden hoşlanan biri gibi göstersin ki?

"Bunları şimdi mi sorguluyorsun?" diye sordu, sesi sakin çıkıyordu ama yüz ifadesi tam tersini haykırıyordu.

"Evet."

"Yavuz ne anlattı sana?"

Birkaç saniye boş boş suratına baktım, elbette biliyordu onun bana bir şeyler anlatacağını.

"Babasının üzerine suç atmışsın, sırf babandan korktuğun için." dedim, cümlem bittiğinde hiçbir tepki vermedi, saniyeler geçmişti ki dudaklarının kenarı kıvrıldı. Gülmeye başladığında kaşlarımı çattım.

"Sikeyim..." diye mırıldandı, gülüşü solarken sıkılı dişleri ile üzerime yürüdü. Bir adım bile geriye gitmeden, ifademi bozmadan yüzüne baktım.

"Hani beni sokakta bulmuştun ya, yaralıydım. Acıyıp evine götürdün baktın, buraları hızlı geçiyorum biliyorsun çünkü. İşte o gün orada kanlar içinde yatmama sebep olan kişi, Yavuz'un babası." afallayarak suratına baktım.

"Ne?"

"Babama yaptığı ihaneti öğrendim, onu tehdit ettim bir daha yapmaması için. Çünkü eğer babam öğrenirse, o işle ben ilgilendiğim için ben de sorumlu olacaktım. Beraber çalıştığı Vural piçi beni bıçaklandığında o da oradaydı. Mahallede gözükmemem gerekiyordu, babam ne olduğunu soracaktı ve yalan söylesem bile doğrusunu bulacaktı. Senin evinden çıktığımda ise gidip onun babası ile konuşup anlaştım, kendi isteği ile bıraktı işi. Ama Vural piçi her şeyi batırdı, babam şimdi onun peşinde. Yavuz'un babası ise sadece sorumlu olduğu yerde böyle bir olay olduğu için mimlendi. En iyi şekilde, en kötüsünü söylememe gerek yok."

Anlattığı şeyler o kadar fazla gelmişti ki, kanım dondu.

"Baban, insan mı öldürüyor?" diye sordum, aklıma takılan tek şey buydu.  Korktuğum için panikledi ya da bana öyle geldi.

"Hayır, yani ben bilmiyorum." az önce söylediğinin zıttını söyleyip benim içimi rahatlatmaya çalışıyordu.

Daha sonra abim aklıma geldi, insanların birini öldürmesi o kadar da imkansız değildi. Gözümü kapatıp açtım, kendime gelmem lazımdı.

"Peki," dedim yutkunup, gözlerimi Kürşat'ın yüzüne diktim. "Yavuz neden bana öyle anlattı?"

Alayla gülümsedi.

"Çünkü Müzeyyen'e aşık, takıntılı bir psikopat."

Bu beklediğim bir şey değildi, şimdi her şey kafamda oturmuştu. En azından genel olarak.

"Yalan söylemiyorsun değil mi bana?" sanki evet yalan söylüyorum diyecekti direkt.

"Hayır, olanı biteni anlattım. Bunları duymanı istemiyordum çünkü uzak kalmanı istiyordum. Tek huzur bulduğum yer senin yanın, bu kirli olaylarla huzurumuzun kaçmasını istemedim."

Kirli olaylar sadece bunlar değildi.

Kafamı sağa sola oynatıp derince nefes aldım, gözlerimi kapattım.

Bir süre sessiz durduk.

"Anladım, şimdi gitmem lazım." dedim gözümü açıp, onun çatılan kaslarına bakıp yanından geçip gitmek için yürüdüm ama tabii ki kolumdan tutuldum.

"Caner anlattığım şeye rağmen hâlâ oraya mı gideceksin?" dedi, işimin bu olaylar ile bir ilgisi yoktu. Ve benim paraya ihtiyacım vardı.

"Sizin meseleniz, beni ilgilendirmez. Hem senin de bana karışmaya hakkın yok." dedim ve önüme döndüm. Kolumu kendime çekip yeniden yürümek için adım attım ama yine kolumdan kavrandım.

Dişlerimi sıkıp arkaya döndüğüm sırada Kürşat daha büyük bir sinirle bana yaklaştı ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

MEMLEKETSİZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin