- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐰𝐞𝐧𝐭𝐲 -

451 83 213
                                    

ahşap evler vadisinde güneş ışıkları kaybolup yerini ay ışığına teslim ederken evimizin balkonunda gitar çalmakla meşguldüm. louis için yazdığım şarkının ritmini oluşturmaya çalışıyordum ve bu sandığımdan daha da zor bir işti.

temmuz'un yakıcı sıcağı burda işlemediği için kendini ağustos'un serin ama tatlı havasına bırakmıştı. önümüzde, buradan gitmemiz ve şehir koşuşturmamıza dönmemiz için, sadece iki hafta kalmıştı. tam olarak yaz mevsimini hissedemesem de burada, ahşap evler vadisinde bulamadığım her şeyi bulduğumu daha yeni fark ediyordum.

ayağımda dizlerime kadar çektiğim kahverengi ağaç şeklinde desenleri olan uzun çoraplarım, onların içine sıkıştırdığım karpuzlu pijama takımım ve son olarak ise üstümde louis'nin verdiği battaniyeye benzeyen renkli hırkamla kışı hazırlık yapmış gibiydim.

buraya gelmeden önce okuluna gidip gelen, arada aileme yük olmamak için çalıştığım fırındaki insanlar tarafından sevilen, her zaman bir yerlere giderken bisiklet kullanan bir genç adam olarak tanınırdım. genelde saçlarımı omuzlarıma geldiğinde keser ve herkesten azar yedikten sonra beraber uzamasını beklerdik. londra'da belirli bir semtte yaşayınca hayat daha da kolay oluyordu. aslında sayısal mantığım çok ağır basmasına rağmen edebiyat okumaya karar vermiştim. çünkü bu hayattaki gerçekten sevdiğim şeylerden bir tanesi de kitaplardı.

burada, ingiltere de önemli olan okumaktı. edebiyatta ilginizi çeken ne varsa okumaya dayanıyordu ve okumak benim için hiç sorun değildi. ailemin beni bu konuda hiç sıkmaması üzerine niall ile birlikte aynı üniversitede başlamıştık yolculuğumuza. arada kafa dağıtmak için çıktığımız gezileri saymazsak çok verimli bir şekilde kitap okuma günlerimiz oluyordu.

tabii ki sınavlar için ezber yapma zorunluluğumuz olurdu fakat hocalarımız kendi yorumlarımızı katmamızı istedikleri için genelde ezber yapmazdık. herkes içinden geleni kağıda döker ve bir yazar edasıyla arkasına yaslanırdı. edebiyat fakültesinde genelde çimenlerin üstünde öğrenciler kitaplarla tanınırdı. herkes okumayı o kadar çok severdi ki bu yüzden kaynaşmamız çok kolay olurdu. ilgimizi çeken mesleği yapmak bizim için çok önemliydi.

ikinci sınıfı zar zor atlattıktan sonra niall'ın bana böyle bir sürpriz yapması kendi kafamda hayal ettiğim o perili masalların içinden beni çıkarmış ve tam karşımda bunları yaşama fırsatı sunmuştu. artık bir kahramanım ve onunla beraber yaşadığım çok güzel bir evim vardı.

düşüncelerim arasında kafamı oyalarken aklıma annemin gelmesiyle buruk bir tebessüm ilişmişti dudağıma. çünkü onu çok özlemiştim. bana her zaman gerçek aşkın mutlaka karşıma çıkacağına dair söz verirdi. aşka olan inancım kırıldığı için ve zor dönemler geçirdiğim için o da çok etkilenmişti. fakat beraber bu günleri atlattıktan sonra eve gidince ne tepki vereceğini çok merak ediyordum.

odamı da fazlasıyla özlemiştim. her ne kadar buraya çok alışmış olsam da, londra'nın o tarihi havası karakterimle daha fazla uyuşuyordu. tam bir edebiyat öğrencisinin yaşamak istediği şehirde yaşadığım için çok şanslı hissediyordum.

"ne düşünüyorsun öyle, dudakların büzülmüş bebek gibi." diyerek yanıma oturan ve elinde iki fincan, tarçınlı olduğunu tahmin ettiğim, çaylarla bana bakan louis'ye hafifçe gülümseyerek gitarımı çalmaya başladım,

"londra'daki hayatımı gözden geçiriyordum bebeğim, buraya gelmeden önce gerçekten zarif ve ılımlı bir hayatım varmış,"

kaşları numaradan havaya kalkmıştı, "varmış derken, sevgilim? yeniden londra'ya döneceğimizi biliyorsun değil mi?" diyerek sırıttığında,

𝙬𝙤𝙤𝙙𝙚𝙣 𝙝𝙤𝙪𝙨𝙚 🌲 | larry stylinson Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin