Peynire uzanırken diğer yandan Zeynel'in bana üzgün üzgün anlattığı, çocuksu dertleri dinliyordum. Yengemin en küçük çocuğunun ona oyuncak arabasını vermemesini devlet meselesi haline getirmişti.
"Çok istedim ama hiç oynatmadı." dedi ağzındaki büyük zeytini zorla çiğnerken. O sırada gözüm bal ve kaymak ikilisini yiyen Kürşat'a takıldı, sırıttım.
"Kürşat abin alır sana." tosun tam ekmeği ağzına koyacakken bakışlarını bana dikti. Ekmeği ağzına koyup çiğnerken göz kırptı.
"Neyi?" diye sordu dolu yanakları ile.
"Oyuncak araba istiyormuş." Zeynel'e gülümseyerek baktı. Benim kadar seviyordu onu.
"Abisi kurban, alırım ben ona." sırıttım, çok güzel seviyordu. Özellikle kendi kardeşi Savaş'tan ayrı kaldığı için daha fazla üstüne düşüyordu kardeşlerimin.
Zeynel az buçuk Türkçe ile ona cevap verirken onları gülümseyerek izledim ama gözlerim bir an sofrada, en köşede oturan anneme kaydığında onun bana garip garip baktığını gördüm.
Sanki bende bir şeyler arıyordu, kaşları çatılmış afallayarak bana bakıyordu. Öyle ki ben ona döndüğüm halde ifadesini değiştirmemişti.
"Caner, hadi geç kalmayalım." Kürşat'ın sesi ile bakışlarımı annemden zorla çekip ona döndüm. Yarısına kadar gelmiş ılık çayı kafasına dikti, benim kahvaltım çoktan bittiği için peyniri ağzıma atıp kafamı salladım ve ayağa kalktım.
Anneme bakmak istemiyordum çünkü her zaman baktığından daha farklı bakıyordu, babama dönüp gülümsedim ve Kürşat ayağa kalktığında odanın kapısına yöneldim.
Kapıdan çıkıp merdivenlere yönelmiştim ki kapının kapanma sesinden hemen sonra kolumun tutulması ile irkildim. Sırtım duvara yaslanırken, saniyeler sonra Kürşat'ın dudakları dudaklarıma kapanmıştı.
Dudaklarımı sıkı sıkı öpüp ben daha olayı kavrayamadan geri çekildi. Gözlerim iri iri olmuş, önümdeki ülkücü bıyıklı adama bakarken tam ona kızacaktım ki o an bıyığının dudağının üstüne değen kısmında birkaç telin diğerlerinden bir milim kadar daha uzun olduğunu gördüm.
"Kürşat şu bıyıklarını düzelt." dedim elimle bıyıklarını yoklarken, o bana aldırmadan dudaklarının üstüne koyduğum parmaklarımı yakalamaya çalışır gibi öptü.
"Buranın berberlerine güvenmiyorum, en olmadı sen keseceksin. En azından yamuk keserken cezanı veririm." parmağımı son kez öpüp geri çekilirken. Merdivenlere yöneldiğinde onu takip ettim.
"Nasıl bir cezaymış o?"
"İçine girmemek mesela." evet, büyük bir cezaydı.
"Merak etme yakında benimkini tadacaksın." dediğimde büyük bir kahkaha attı.
"Bekliyorum gülüm, tabi gecenin sonunda beni altına al diye ağlamazsan." tamam onunla beraber olmak daha doğrusu içimde hissetmek güzeldi ama bende onun en derinlerine girmek istiyordum.
"Siktir lan kevaşe." dediğimde kapıya ulaşmıştık bile. İkimiz gülerek dışarı çıkarken kapının önünde yengem ile karşılaştım.
İlk başta iğrenti dolu bir ifadeyle baktı ama daha sonra gülüşmemizi görünce onunda kaşları çatıldı. Günaydın diye seslenmemize rağmen bize aldırmadan içeri girdiğinde arkasından bakakaldık.
"Sırlar harbiden sonsuza kadar saklı kalmıyormuş." diye mırıldandı Kürşat, ona döndüm. Dümdüz bakıyordu önüne.
"Öğrendiler mi diyorsun?" kafasını hafifçe sağa doğru oynatıp yürümeye başladı, birkaç saniye olduğum yerde durdum ama ardından peşine takıldım.
"Şüpheleniyorlardır, öğrenseler böyle tepki verirler mi?" bunu meraklı bir sesle söyledi. O an düşündüm, daha önce böyle bir şey başıma gelmediği için tahmin yürütemiyordum.
"Bilmiyorum." diye mırıldandım yürürken, evden biraz uzaklaşmışken ikimizde derin düşüncelere daldık. Düşüncelerimizi bölen ses ise Berzan'ın sesiydi.
"Abi!" onun sesini duyduğum anda endişeyle arkamı döndüm. Terlikleri ile bize doğru koşan çocuğa büyük adımlarla ilerledim.
"Noldu?" diye sordum yanına varınca. Nefes nefese kalmış çocuk yutkundu ve aceleci tavırla evi gösterdi.
"Babam ortalığı birbirine kattı, abi koş." kaşlarım çatıldı, Berzan'ın kolunu bırakıp eve doğru koşar adım giderken Kürşat'ın bana seslendiğini ve peşimden geldiğini biliyordum.
Birkaç dakika önce çıktığımız yere endişeyle girdim, dayım ve çocukları bağırtılardan dolayı dışarı çıkmışlardı. Birkaç kere seslenselerde umursamadan eve koştum, açık kapıdan içeri girdiğimde konuşmalar daha netleşmişti.
"Okuduğun kitaptan da mı utanmıyorsun sen?" babam uzun süre sonra ilk defa bu kadar yüksek sesle konuşuyordu. "Oğluna büyü mü yaptın?"
Merdiven basamaklarına gelmiştim ki duyduğum şeyle istemsizce adımlarımı durdurdum.
"Dayı vallahi billahi büyü değil, biz öyle bir günaha girer miyiz?" yengemin sesi endişeli geliyordu. "Doğru yolu bulsun, günahından kurtulsun diye dua ettik sadece."
Adım atmak ile yerimde durmak arasında gidip gelirken az önceki hızımın aksine daha sakin, afallamış bir şekilde yukarı çıktım. Birkaç bağırış daha koptu, kalbim korkuyla atıyordu.
Basamakları çıkıp yukarı kata vardığımda babamda aynı saniye kapıyı büyük bir hızla kapattı, ayakta bile zor duran adam hızla yürüdü. Beni gördüğünde ise dolu gözlerle baktı.
Yanıma gelip kolumdan sıkıca tuttu, sanki düşmemek için yapmıştı bunu.
"Oğul, git buradan." dediğinde aralık dudaklarım ile perişan olmuş yaşlı babama öylece bakakaldım.
"Seni de öldürmesinler, git."
***
Zaten herkes sığdı biz sığmadık dünyaya
- LGBT bireyleri...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEMLEKETSİZ
ChickLit[TAMAMLANDI] Siirt'den kaçıp İstanbul'a sığınan bir Kürt ailesi, tamamı ülkücü olan mahalleye düşer.