17. Bölüm - Kederde Annem

756 117 47
                                    


Ata ketkende baş élip | Babam gittiğinde başını alıp

Kollirinğa taş élip | Ellerine taş alıp

Kalğan ğemde anisi | Kalır kederde annem

Közlirige yaş élip | Gözlerine yaş dolup

-Yibo'nun defterinden

*Uygur halk koşaklarından uyarlanmıştır.

**

"Bir şey soracağım Atılay."

Atılay dinlediğini göstermek için başını salladı. Yanındaki adamdan bir süre ses gelmeyince gözlerini ona çevirdi. Zhan'ın gözleri belli birinin üzerine takılmış olduğundan Atılay'ın kendisinin devam etmesini beklediğini fark edecek durumda değildi. Atılay neredeyse bıkmış bir sesle mırıldandı. "Dinliyorum."

"Bir süredir merak ediyorum..." duraksadı. Kaşları hafifçe çatılmıştı. Atılay bakışlarını yeniden onun izlediği yöne çevirdi. Çok sevgili arkadaşı ve kıymetli kağanları şenlik hazırlıklarında çalışan Çiğdem kıza gülümseyerek yardım ediyordu. Yorgun bir nefes vererek varlığını Xiao Zhan'a hatırlattı. Zhan çatık ifadesini bozmadan ona döndü ve devam etti. "Iraz Devleti'nde ulaklar haberleri nasıl bu kadar hızlı ulaştırabiliyor? En az iki haftada ulaşması beklenen bir evrakın üç günde ulaştığını duydum."

Atılay bir süredir kendisine 'sözde' yardım eden Xiao Zhan'la yine 'sözde' birlikte kurduğu çadırın kenarına düzgün durması için büyük bir taş yerleştirdikten sonra doğruldu. Zhan bu sefer dikkatle kendisine bakıyor, dakikalardır izlediği nokta birden yok olmuş gibi davranıyordu. "Yol üzerlerindeki hanları görmüşsündür. Devlet sınırlarımız içerisindeki her handa ilave beş ulak ve sekiz at bulunur. Yorulan ulaklarla ilave ulaklar hanlarda nöbet değişirler."

"Neden?"

"Yibo'nun emri."

Başlangıçta bu soruyu ona sorduran babasının merakı ve isteğiydi, fakat şimdi Zhan'ın içindeki merak duygusu da alevlenmişti. Zira bu uygulamanın Yibo'nun babasından kalan uygulamalardan biri olduğunu düşünmüştü. "Hangi haber böyle bir hız ve emek gerektiriyor olabilir?"

Atılay'ın ifadesindeki kuşkulu seğirmeyi gördü. Elbette Yibo'nun en yakın arkadaşı olarak ondan şüphelenecek ve tereddüt edecekti. Atılay'ın, kalbini Iraz Devleti'nde kalan Xiao Zhan'a biraz olsun açtığını biliyordu, fakat koldaşı Yibo'nun Çinli eşi Xiao Zhan karşısında hala yıkılmaz duvarları vardı; malum birisinin aksine. Atılay iç çekti. "Bunu anlatmak bana düşmez."

Zhan'ın çenesi kasıldı. Sorgulayan bakışlarını doğrudan Atılay'a dikti ve bekledi.

Atılay ofladı. "Durumun bu kısmı Yibo'nun kendi sınırları içinde Xiao-ge, anlatmam doğru olmaz."

"Ama bilmem gerektiğini düşünüyorsun."

Karşısındaki iri adam histeri içinde güldü. "Öyle. Yibo'yla ilgili bilmen gereken çok şey olduğunu düşünüyorum."

"Söylemezsen bilemem." Gözlerinin kahvesi kısa bir süre meydanın ortasında bir şeylere koşuşturan kağana kaydı. "Yibo asla söylemez."

"Annesi."

Zhan bileklerindeki damarların çekildiğini hissetti.

Atılay derinleşen sesiyle, "Gençlik çağlarımızdaydık. Kılıç tutacak kadar büyük, savaşa katılamayacak kadar küçük olduğumuz yaşlardı." Diye devam etti. Zhan'ın gözlerinin önüne Gökalp'in gülümseyen yüzü, Yibo'ya gittikçe daha çok benzeyen gözleri geldi. "Çin'le savaş yeni başlamıştı." O ağır ağır anlatırken Zhan'ın kulakları bir süreliğine kendini dış dünyaya kapatmıştı. Yibo da, çevresindekiler de Çin'le aralarında geçen savaşla ilgili herhangi bir konuda konuşurken sanki uzak bir ülkeden bahseder gibi, sanki Zhan'ın bir parçası olduğu, Zhan'ın içinde soluduğu ve canlar aldığı bir devlet değilmiş gibi bahsetmeleri canını sıkıyordu. Siz, desinler istiyordu. Sizinle yaptığımız savaş. Sizin aldığınız canlarımız. Sizden aldığımız canlar.

Düşmanlıklarını unutturan her şey yüreğine yük üstüne yük ekliyordu. Ona, aralarında olan kanlı bıçağı unutturan bir çift göz ağrı olarak çoktan yetiyordu.

Atılay onun içine girdiği fırtınalı ruh halini fark etmeden devam etti. "Başlarda iyiydi. Biliyorsundur. Çok can kaybetmeden barış sağlamayı umuyorduk. Yibo'nun babası, Kutlu Wang eçi güçlü ama barışçıl bir kağandı. Can ve toprak çalmadan da devlet olunabileceğini göstermek isterdi. Çalınacak canın da toprağın da çalandan çalınırsa hak olduğunu söylerdi."

Zhan eğer kulakları çınlamasaydı da Atılay'ın Yibo'nun babasından bahsederken hayranlıkla söylediklerini duyabilseydi, birçok şey farklı olabilirdi. Ama duymadı.

"Bu sırada yağmacıların kasabaları bastığı haberi geldi. Kutlu Katun, Yibo'nun annesi, Kutlu eçiyi çok severdi. Yibo ve Haikuan ağabeyi Iraz'da bırakıp on-on beş kadınla Çin'e gitti. Herkes geri döneceklerinden umutluydu, onların askerlere ve eşlerine yardıma gittiklerini sanıyordu ama," duraksadı. "Kim yardıma giderken vatanın taşından toprağından bir torba alır, gözünde yaşlarla vedalaşır; el toprağına ölüme gidenden başka?"

Zhan'ı içinde bulunduğu gerçeklikten alıp geri içine koyan yine ülkesinin adı oldu. Hayır, diye umdu. Boş bir umut olduğunu biliyordu. Bileklerini uyuşturup kirpiklerini titreten bir sızıyla Atılay'a baktı.

"Neyse. Kutlu katun Yibo'ya ve orduya Çin'den mektupla haber göndermişti..." Zhan Atılay artık sussun istedi. Bakışları boşluğa dalmış Atılay ise devam etti. "ama ölüm haberleri ulaktan önce geldi."

----

Çok kısa ve çok geçiş bölümü oldu, özür diler, hepinizin kalbinden ve okuyan gözlerinizden öperim. 

Bundan sonra her bölüm başında veya sonunda Yibo'nun defterinden şiirler göreceğiz diye umuyorum. Sizleri seviyorum <3

**Dipnot: Yibo'nun anne ve babasının adlarını bilmediğimden ve isim uydurmak istemediğimden saygı göstergesi olarak kutlu katun, kutlu eçi ifadelerini kullandım.

CasusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin