1

3.5K 138 15
                                    

Yorgunca gözlerimi açtım. Beni kabul etmeyen bu dünyaya gözlerimi açmak pek de istediğim bir şey değildi.

İçeriden konuşma sesleri geliyordu büyük ihtimalle kahvaltı ediyordular.

Yavaşça yataktan doğruldum gözlerim odamda gezindi. Fildişi rengiyle boyanmış odam.

Duvarda birkaç tuval çalışmam asılıydı. Yatağım balkonum ve ufak bir dolabım vardı. Masam ise eskimeye yüz tutmuş pencere önündeydi.

Odam bir erkeğin odasına yakışmayacak türden olsa da umrumda değildi. Biliyordum ki içimdeki hisler de bir erkeğe yakışmayacak türdendi.

Sonunda yataktan tamamen ayağa kalmayı başarmıştım. Gözlerim yarısı kırılmış aynaya değince dağılan saçlarımı kömür gözlerime ve belirgin çeneme baktım.

Bu kadar erkeksi görünmek istemezdim. Gri eşofmanımı iyice yukarı çekip iplerini bağladım. Daha sonra kenara attığım tişörtü de üzerime giyip odadan çıktım.

Salona geldiğimde üç erkek kardeşimin birbiriyle didişmesine göz devirdim onlar da beni görür görmez sus pus olmuşlardı. Banyoya ilerleyip işlerimi halettim.

Mutfağa geçtiğimde kahvaltıdan eser kalmamıştı.
"Oğlum bu saatte uyanılır mı? Ben hepinize ayrı ayrı kahvaltı hazırlamak zorunda mıyım?" Annemin mutfağa girerken dedikleri bana değil de kendi kendine bir şeyleri söylüyor gibiydi.

"Aç değildim zaten" dedim uykudan çatalaşan sesimle.

Annem masayı toplamaya başlamıştı. Ben de bir umutla oturduğum kahvaltı masasından hüsranla kalkıp odama geçtim.

Saat akşamı bulmak üzereydi. Canımın sıkılmasını geçirmek için elime telefonu aldım.
Aklıma gelen numarayı tıkladım birkaç çalış sonra açıldı.

" Ooo berk reis"
Canın sesi yine işin düşünce aradın tonlarındayken cevap verdim

"Yok mu can sıkıntımı geçirecek bir mevzu can"

Bir kaç saniye sesizlikten sonra cevap verdi
"Mahalleye yeni gelen biri var ona ayar veriyoruz her zamanki mekana gel ama burda hamz-" cümlesinini bitirmesine izin vermeden telefonu kapatıp ayaklandım.

Uzandığım yataktan doğruldum üstüme siyah gömlek altıma aynı tonda siyah pantolonu çekip annemlerden habersiz sessizce çıktım evden.

Sokağı döndüğümde terk edilmiş evi gördüm etrafıma bakıp eve girdim. Etrafta berbat bir küf kokusu vardı.

Bu evdeki aile intihar etmiş o zamandan beri hayaletli diye kimse taşınmamıştı. Böylelikle ev çürümeye başlamıştı.

Ölen ailenin maddi değere sahip olmayan eşyaları vardı. Eskimiş koltuk mutfak tezgahı kırık, kapılar sökülmüş odaları ayıran duvarlar yıkılmış yeni kapı oluşturmuştu.

Salondan geçip en arka odaya gittim cem ve birkaç mahaleden genç bir çocuğu bağlamış sarhoş edasıyla tehdit ediyorlardı.

Gözlerimi elleri arkada bağlanmış iri yarı çocuğa çevirdim.
Gözleri yemyeşildi bir ormanı andıran cinstendi. Gözlerine baktıkça ormanda derin bir nefes alma hissi veriyor.

Dudağı patlamış ama bu iğneleyici yüz ifadesini belli etmesine engel değildi.

Burnu yüzüne orantılı elmacık kemikleri adeta yüzünün bir ressam tarafından çizildiğini ortaya koyuyordu.

Gözleri gözlerime değince hafiften gözlerini kırpıp kafasını benim tarafa yana yatırdı. Gözleri kısıldı o halde olmasına rağmen baştan süzdü beni bu durum elektrik çarpmışa döndürdü beni.

Kendime küfredip bakışlarımı cemlerin olduğu koltuğa çevirdim.

Ceme odaklanmaya özen gösteriyordum çünkü yanındaki beden sinirlerimi bozmaya çalışır gibi yayvan yayvan bana bakıyor sigarasını içiyordu.

"Lan yine mi?"
Dedim sert tutmaya çalıştığım sesimle.

"Üf berk yine başlama ha az eğlendik hem bu şerefsiz Orhan'ın manitaya asılmaya çalışıyordu"

Cem kendini haklı çıkarmak için yine yalana baş vurmuştu. Orhana baktığımda başını olumsuzca salladı.

Derin bir iç çektim.
"Bırakın çocuğu başımızı belaya sokmayın."
Dedim kaşımla yüzü dağılan genci gösterirken.

"Kardeşim bırakınca o da bizi dövecek zaten. Şu cüsseye bak beş kişi zor paketledik" cem cümlesini bitirince kısık bir kahkaha sesi doldu yıkık odaya.

Bağlanan çocuk boğukça gülmüştü.
"Hak ettiniz  hatta bir önerim var ben bu çocukla beraber sizi döveceğim nasıl fikir?" dedim.

Cem elini ensesine atıp bakışlarınını tedirgince hamzaya çevirdi.

Koltukta bitmekte olan sigarasından son bir nefes alan hamza söndürmeden kapı girişine fırlattı izmaritini.

Zehirli havayı ayağa kalkarken yavaşça dudaklarından serbest bıraktı.

Kumrala yakın saçları ve gri gözleriyle çok yakışıklıydı. Efendiliği sayesinde mahalledeki tüm kadınlar neredeyse kızlarını ona vermek için can atardı.

Hem babasından kalmış mirası vardı hem de barını işletip kendi parasını kendi kazanırdı. Fakat duyduğum kadarıyla son zamanlarda işleri pek iyi gitmiyormuş.

Hamzayla 10 yaşından bu yana tanışıklığımız vardı  ama o günden sonra hep beni suçladı düşman bildi beni.

Cem ortak arkadaşımız olduğundan ara ara karşılaşıyorduk.
Düşüncelerimden dibime kadar girmiş hamza ayırdı beni.

"Hayırdır sana mı soracağız ne yapıp yapmayacağımızı lan" yüzü yüzüme çok yakındı.

Konuşurken nefesi dudaklarımı okşuyor bu durum da yüzümü huylandırıyordu.

Hamzayı çocukluğumdan bu yana çok seviyordum ama bunu ona belli etmemem gerekiyordu.

Ona hissettiğim bu tuhaf duyguları asla istemezdi.

Ben ne de olsa onun gözünde kardeşinin boğulmasına neden olmuş biriydim.

Ama suçumun olmadığını asla anlatamıyordum asla anlamıyordu beni.

"Hamza geri bas seninle uğraşamayacağım. Ama bana erkeklik taslıyorsun da senin de be-" yüzüme ani gelen yumrukla birkaç adım geriledim.

Gözlerim sinirden dolarken ona hüzünle bakmakla yetindim.
"Lan yeter be!"

Gözlerim cemi bulduğunda elini koca bir yumruk yapmıştı.

"Lan yeter! İkinizin bu boktan kavgasının ortasında kalmaktan bıktım yeter be! Ne bu haliniz koca adamlarsınız her gün kavga her gün laf sokmalar! O çocuğun kemikleri toprak oldu sizin aranızdaki nefret dimdik duruyor. Yeter be kardeşim yeter!"

Kelebek TüyüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin