-1-

2M 35.8K 13.4K
                                    


Kaderin ördüğü ağlara takılıp kalmış son çırpınışlarıyla can veren umutlarım, ardından döktüğüm gözyaşlarına aldırmadan birer birer ölüyordu. Umut fakirin ekmeği denir ya... Benim son lokmam elimden alınmıştı işte. Umut, hep içimizde taşıdığımız ama asla kıymetinin farkına varamadığımız bir mücevherdi. Ben, son umudumu da kaybettiğim bu gece, geleceğe dair -aptalca da olsa- bir mutlu hayaliniz yoksa ruhun bedende darlanıp gitmek isteyişiyle o mücevheri keşfettim. Artık soluk alıp verdikçe soluyordum. Annem ve babam, bana karşı asla o sevgi dolu ve ilgiyle çocuklarının üstüne titreyen ebeveynlerden olmadılar. O yüzden rengarek hayaller kurarak kendimi mutlu etmeyi öğrenmiştim çocukluktan beri. En sevdiğim hayalin rengi ise beyazdı. Beyaz bir gelinlik...

Beyaz; mutluluğun, aşkın, kendi yuvamı kurabileceğimin ve anneliğin tarifi imkansız duygusuna erişebileceğimin müjdecisiydi. Bu evde kavuşamadığım huzura, kendi kurduğum yuvada sahip olacağıma öyle çok inanarak büyümüştüm ki şimdi ailem, bu hayalimi de elimden aldığında bir çeşit sinir krizi geçirmiş ve evde şiddetli bir kavga çıkarmıştım. Sonunda kaybeden ben olmuştum, yatağıma yatmış, yediğim dayaktan çok içimi acıtan zorunluluk yüzünden ağlıyordum çünkü geri zekalı erkek kardeşim yüzünden delinin biriyle evlenmek zorundayım. Tufan, -yani kardeşim- üç gün önce dayımın oğlu Miraç'ın çırak olarak çalıştığı marangozhaneye gidip o delinin yeni arabasının anahtarını almış, -daha doğrusu bildiğiniz çalmış-  ve arabayla kaza yapmıştı. Daha kaskosu bile yapılmamış olan üç günlük ve elli beş bin lira değerindeki araç, kazada hurda olmuştu. Biz de değil elli beş bin, beş yüz elli lira bile olmadığından o delinin babası Emin Amca, babama oğluyla beni evlendirmeyi teklif etmiş ve babam da biricik oğlu hapse girmesin diye hemen kabul etmiş. Bence hayatımı zehir etmeyi, kendine hobi edinmiş olan Tufan, hırsızlıktan hapse girebilirdi. Hatta güzel bile olurdu, kafa dinlerdim ama babam ve annem için varsa yoksa oğullarıydı.

Biz üç kardeşiz, ablamın ardından dünyaya ben -yani bir kız çocuk daha- doğunca babam çok üzülmüş. Bu sebepten midir bilmem, beni hiç sevmez. Gerçi zavallı ablam evlenene dek benden çok çekmiştir, babamdan. Ama Tufan, erkek olduğu için babamın tek kıymetlisi. Evlenmem diye itiraz ettiğimde önce Tufan dövmeye kalkıştı beni. Tufan on sekiz yaşında, ben yirmi üç yaşındayım ve Tufan zayıf, uzun, ince yapılı olduğundan ben de pekala ona karşı çıkabiliyordum. Onu yere yatırdığımda babam oturduğu yerden bir hışımla kalktı, malum biricik oğlu benden dayak yiyordu. Yeni kaza geçirmiş kardeşime nasıl el kadırır mışım diye kırık sehpa bacağını kaptığı gibi ard arda sırtıma indirmeye başladı. İçimdeki tüm nefreti bulabildiğim en acı, en çirkin sözlerle onlara kustum, babama da Tufan'a da ağzıma gelini saydım. En son da annemden bu sözlerim yüzünden terlikle dayak yedim.

"Kardeşin hapislerde mi sürünsün istiyorsun? Hiç mi vicdan yok sen de?" demişti annem baldırlarıma terliği geçirirken.

Asıl vicdansız onlardı oysa, değerim bir araba parası... Yine göz yaşlarıma esir olmuştum ve yaşamak acı verdiği için olsa gerek her nefes alışta daha çok zorlanıyordum. Odanın kapısı açılınca yorganı başıma kadar çektim çünkü evdeki kimseyle konuşmak ya da birini bile görmek istemiyordum. Ama "Elif..." diyen ablamın sesini duyunca yorganı indirdim, can simidine sarılır gibi yanıma oturan ablama sarıldım ve içimdeki sıkıntıyı, boğazımdaki safra tadını gözyaşlarımla akıtmak istercesine onun göğsünde ağladım.

Ablam benim şiddetli ağlamama tezat şekilde usulca sırtımı sıvazladı. "Yapma böyle Elif. Yeter ağladığın..."

"Abla kurtar beni. Lütfen, ne olursun?" Kurtarıcım olabilecek yegane kişiye, ağlamaktan tıkanan nefesimin elverdiğince yalvarıyordum. O, beni küçüklüğümden beri koruyup kollamış, annemin esirgediği sevgiyi bulduğum kuçak olmuştu. Oysa benden sadece üç yaş büyüktü, yine de çocukken bile ben, anneme sığınır gibi sığınmıştım ona.

DELİ(RAFTA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin