8.BÖLÜM

55K 4.3K 1.4K
                                    

Şeker...

Bazen kendini, buzdolabı'nın yumurta rafında duran sıkılmış limon gibi hissedersin. Yani sizi bilmem ama ben bazen böyle hissediyorum. Kimsenin atmaya kıyamadığı, ama kullanmaya da değer görmediği işe yaramaz pörsümüş bir limon! İşte tam olarak böyle hissediyorum.

Rüzgâr'ın evinden ayrıldıktan sonra otobüse binip eve geldim. Kapıyı açmak için çantamdan anahtarımı çıkardım. Ben daha anahtarı çevirmeden kapı açıldı. "Şeker neredesin sen, aklım çıktı sana bir şey oldu diye!"

Güneş'in sitem dolu yakarışına aldırış etmeden, kollarımı boynuna sarıp sıkıca sarıldım. Sanırım bana, ara sıra da olsa kendimi pörsümüş limon gibi hissettirmeyen tek kişi Güneş di. Beni önemsiyor, en önemlisi de benim için endişeleniyordu.

Koşulsuz şartsız seviyordu Güneş beni. Tıpkı bir anne gibi. Her ne kadar yaşıt olsak da bazen annemmiş gibi davranıyordu bana. Bende bir çocuğun uzun süre annesinden ayrı kalıp, sonra annesini gördüğünde ağlaması gibi ağlamaya başlamıştım.

Kollarımı boynundan çekmeden cevap verdim. "Başıma gelenleri bir bilsen!"

Dün yaşadıklarım aklıma geldikçe tuhaf bir ruh haline bürünüyordum. Hastane de Rüzgâr la olan tartışmam, sonra restoran dan kaçıp tanımadığım insanların evine gitmem, orada yaşadıklarım, sonrasında otoyolun kenarındaki ağaçlık alanda başıma gelenler ve o adama yaptıklarım. Sadece tek bir güne sığdırdığım bunca olay aklıma geldikçe, göğsümün tam ortasında garip bir acı beliriyordu.

Neler oluyor bana, neden böyle şeyler yapıyorum hiç bir fikrim yok. Bu Allah'ın cezası hastalık daha ne boyutlara ulaşacak bilmiyorum. Hastalık diyorum ama bunun bir hastalık mı, yoksa bir davranış bozukluğu mu olduğunu bile bilmiyorum. Bu konuda Rüzgâr'dan yardım istesem bana yardım eder mi acaba?

"Daldın yine Şeker, iyi misin kuzum sen?"

Güneş'in beni kendinden uzaklaştırarak endişeli gözlerle sorduğu soru beni kendime getirdi. "İçeri geçelim, anlatacağım."

"Üzerindeki bu kıyafetler de ne böyle?" diye sordu salona geçerken. Başımı aşağıya eğip üzerime baktım. Bedenimi koltuğun üzerine bırakarak, "Ahh Kahretsin! Rüzgâr'ın kıyafetleriyle çıkmışım dışarı," dedim.

Duyduklarını idrak etmeye çalışarak bir kaşını kaldırıp yüzüme baktı. "Rüzgâr'ın kıyafetleriyle derken?"

Kim bilir aklından neler geçiyordu. Koltuğun, arkamda duran kırlentini çekip kenara fırlatarak derin bir of çektim. Başıma gelenlerin yükü ve bu sabah Rüzgâr'la olan konuşmadan sonra bir de Güneş'e olanları anlatmak, benim için işkenceden beter. "Güneş'im, canım arkadaşım darlama beni. Anlatacağım ama önce şu üzerimdekilerden bi kurtulayım."

Omuzlarımda bir dağ yüklüymüş gibi zorlanarak koltuktan kalktım. Gidip üzerimdeki kıyafetleri çıkarmak için odama doğru yürürken arkamdan seslendi. "Çabuk gel bekliyorum!"

Odamın kapısına geldiğimde, kapının kolunu tutup bastırmakta bile zorlanmıştım. Üzerimdeki bu yorgunluk normal miydi? Sanki manav Abidin'e bir komyon karpuz taşımışım gibi bitkin hissediyordum.

Elbise dolabını açıp içinden bir eşofman ve tişört çıkarıp üzerime geçirdim. Bir tokayla toplamak için ellerimi saçlarıma geçirdiğim sırada o güzel koku burnuma doldu. Rüzgâr'ın şampuanı çok güzel kokuyordu.

Dün gece eve geldikten sonra beni sırtımdan iterek zorla banyoya sokmuştu. Saatlerce banyodan çıkmamıştım. Rüzgâr ara sıra kapının önüne gelip yaşam belirtisi veriyor muyum diye beni kontrol etmişti. Hatta bir ara kapıya gelip "Şeker, hâlâ hayattaysan bana Harvey der misin, "demişti. O sıra da ne demek istediğini anlamamıştım çünkü hâlâ Şeker olduğumun bilincinde değildim. Sabah uyandığımda aklım başıma gelmişti.

FÜGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin