31. BÖLÜM

530 74 2
                                    

Sabahın üçünde Ming Şehri, karanlıkta uyuyan, yavaşça nefes alan ve pusuya yatmış olan tehlikeli bir canavarı içinde bulunduruyormuş gibi görünüyordu.

Bu derin kış gecesinde gökyüzü boğucu bir mavi-siyah renkteydi. Kapı açılır açılmaz kar taneleri uğuldayan kuzey rüzgarıyla birlikte içeri girdi. Gu Chenbai paltosunu yeni giymişti, bastonunu tutarken zar zor ayakta duruyordu.

Eskiden böyle havalarda dışarı çıkmazdı, çünkü yağmurlu ve karlı günlerde yaralı eklemleri her zaman ağrırdı.

Fakat bu sefer dışarı çıkması gerekiyordu. Çünkü Tu Yan yoktu.

Yanındaki yastıkta yatan kişiye dokunmak isteyip onun yerine boşluk hissetmek gerçekten korkutucuydu. Gu Chenbai o anda vücudundaki tüm kanın çekildiğini hissederek bir anda ayılmıştı. Evin her odasını aradı ve telefon etti ama zil sesi komodinin üstünden geliyordu. Daha sonra güvenlik kamerasına bakmaya gitti ve sonunda Tu Yan'ın evden çıktığını doğruladı.

Tu Yan yalnızdı ve bir çocuğa hamileydi, Şubat ayının başlarında, karlı bir günde, sabah saat üçte evden çıkmıştı. Kapıdan çıkarken telefonunu yanına almamıştı ve kendisine ulaşılmasının hiçbir yolu yoktu. Gu Chenbai şakaklarının acıdığını hissetti ama çabucak sakinleşti, giyindi ve hemen dışarı çıktı.

Tu Yan'ın anlaşılmaz bir şekilde ortadan kaybolması hakkında hiçbir fikri yoktu ve sadece ince kardaki ayak izlerini takip edebilirdi. Villanın kapısındaki ayak izleri oldukça silikti, yine de gidilen yönü belli belirsiz gösterebiliyordu. Doğuya doğru baktı; bir evin kırmızı çatısını görünce aniden bir şey hatırladı. Bileğindeki düşük kaliteli kırmızı ipe baktıktan sonra bu imkansız varsayımı çabucak reddetti.

Muhtemelen hayır.

Gu Chenbai karda adımlayarak doğuya doğru ilerledi.

Her iki taraftaki müstakil villalar karanlıkta gizlenmiş, ışıklar sönmüştü. Yol kenarındaki henüz yapraklarını dökmeyen ağaçların dalları hayaletler gibi dans ediyordu. Gu Chenbai endişeli ruh hâlini zorla bastırdı ve adımlarını hızlandırdı. Sitenin girişine varmak üzereyken köşeden koşan tanıdık bir figür gördü. İki eli cebindeydi, beyaz bir kuş tüyü ceket giyiyordu ve kolunun altına bir el feneri sıkıştırmıştı. Soğukta titremesine rağmen adımları hızlıydı.

Gu Chenbai'nin davul gibi atan kalbi aniden sakinleşti.

Tu Yan sanki telepati yeteneği varmış gibi başını kaldırdı ve Gu Chenbai'nin karda dimdik bir şekilde durduğunu gördü. 

Tu Yan'ın gözleri onu gördüğü an genişledi ve kimseyle karşılaştırılamayacak kadar parlak bir şekilde gülümsedi. Dudaklarının köşeleri kıvrılmışken Gu Chenbai'ye koştu ve ona sıkıca sarıldı, el feneri yere düştü.

Gu Chenbai iki adım geriledikten sonra dengesini toplayıp Tu Yan’a sarıldı. Tam onu azarlamak üzereyken Tu Yan önce konuştu.

"Gu Chenbai, buldum!"

Tu Yan cebinden bir nesne çıkardı ve sanki inanılmaz bir şey başarmış gibi Gu Chenbai'nin önüne tuttu. Övgü almak için Gu Chenbai'ye baktı ve heyecanla, "Temizlikçiler gelmeden aceleyle dışarı çıktım ve buldum! Karla kaplı yol kenarındaydı, neyse ki kırmızı ucu biraz görünüyordu."

Tu Yan'ın avucunun içinde güvenli bir şekilde duran gerçekten de o kırmızı ipti. Tu Yan, tekrar rüzgar tarafından savrulacağından korkarak parmaklarını kapattı, ihtiyatlı görünüşü Gu Chenbai'nin kalbini yumuşatmıştı, aklındaki azarlamaların hiçbirini söyleyemedi.

"Dün gece bana o kadar çok kıyafet giydirmek senin suçun, ipin koptuğunu bile fark etmedim, neyse ki uyumadan önce kontrol etmek aklıma geldi." Tu Yan gülümseyerek söyledi.

"Ne zaman çıktın?"

"Saat bir civarında."

"Beni neden uyandırmadın? Telefonunu da yanına almamışsın, ne kadar endişelendiğimi biliyor musun?"

Tu Yan yanlış yaptığını biliyordu, başını eğdi ve konuşmadı, sonra ona sıkıca sarılarak kabullenici bir şekilde, "Hata yaptığımı biliyorum, lütfen beni azarlama," dedi.

Gu Chenbai öfkeyle, "Senin için çok endişelendim, kopmuş bir ip gecenin yarısında nasıl aranmaya değer olabilir?" dedi.

Tu Yan'ın ifadesi değişti, "Tabii ki buna değer, bu bir güvenlik ipi, güvenliğin buna bağlı."

Gu Chenbai sessizleşti. Tu Yan'ın gözlerindeki yaşları gördüğü anda öfkesi söndü, sonra Tu Yan'ın soğuk ellerini tuttu, "Küçük aptal, neden bunu bu kadar ciddiye alıyorsun?"

Haksızlığa uğradığını hisseden Tu Yan öfkeyle, "Ciddiye alıyorum işte." dedi.

Bir şeyi kaybetmenin ve onu yeniden bulmanın sevinci Gu Chenbai'nin soğuk ifadesi altında buza dönüştü. Tu Yan'ın kalbi üşüdü, gözyaşları düşmek üzereydi ama kendini tuttu, başparmağı ve işaret parmağıyla yüzük parmağını çekiştirdi, "Bu ipin sadece birkaç kuruşa mal olduğunu, asla bir tanrı tarafından kutsanmadığını ve hiçbir değeri olmadığını biliyorum, güvenliğini sağlaması imkansız ama yine de korkuyorum."

Gu Chenbai onu kollarına aldı, "Neden korkuyorsun?"

Rüzgâr uğuldadı ve Tu Yan'ın sevincini kolayca yuttu. Kalbindekilerle uyuşmayan, eskisi gibi başkalarına zarar verebilecek sözleri geride bıraktı. Neredeyse alışkanlıktan dökülecek olan binlerce kötü kelime boğazında takılı kalmıştı. Ama uzun zamandır değişmek istiyordu. Kaba olmaya devam etmek istemiyordu, Gu Chenbai'yi incitmek istemiyordu, Gu Chenbai'nin sevgisine layık biri olmak istiyordu.

Aslında, şu anda sinirle "Seni ilgilendirmez" derse, Gu Chenbai kızmazdı. Yine onu öpmek için eğilir ve gelecekte bu kadar dikkatsiz olmamasını söylerdi.

Ama Tu Yan bu sefer böyle davranmak istemiyordu.

Karanlık ve boş çevre ona doğruyu söylemesi için cesaret verdi.

"Kötü bir şey olacağından ve incineceğinden korkuyorum, sadece bir yere vurman ya da ufak bir çürük fark etmez. Düşüncelerimin aptalca olduğunu biliyorum ama gerçekten korkuyorum, özellikle de bebek sahibi olduktan sonra." Tu Yan, Gu Chenbai'nin elini tuttu ve yüzüne götürdü, yumuşak bir şekilde, "Gu Chenbai, yanımda kalmalısın ve ömrümüzün sonuna kadar benimle ilgilenmelisin."

Tu Yan ilk kez 'ömrümüzün sonuna kadar' sözlerini söylüyordu.

Gu Chenbai dondu ve bir an için Tu Yan'ın sözlerine cevap veremedi.

Dolaylı olarak bir ömür boyu yanında olmak istediğini söylemişti. Gu Chenbai düşündü: Bu küçük tavşan sonunda sıkıca avuçlarımın içinde.

Tu Yan bunu söyledikten sonra yüzünde bir sıcaklık hissetti. Utanarak elini uzattı ve Gu Chenbai'nin önüne kaldırdı, "Benim için tak."

Gökyüzü karanlıktı ama Tu Yan'ın gözleri çok parlaktı, içlerindeki sevgi Gu Chenbai'nin gözlerindekiyle aynıydı.

Gu Chenbai kırmızı ipi aldı ve Tu Yan için taktı. Kırmızı ip Tu Yan'ın kar beyazı bileğine dolandı; bu bir sözdü.

Tu Yan'ın elini tuttu ve nazikçe "Hadi eve gidelim," dedi.

Tu Yan el fenerini aldı, düğmesini açtı ve ışık önlerindeki yolda parladı. Karla kaplı zeminde biri derin, biri silik, gizli bir randevu için buluşan iki kişinin ayak izleri gibi, sadece iki sıra ayak izi vardı.

Tu Yan aniden karanlığın ortasında kaderinin bu olduğunu hissetti. Tu Feihong iflas etmeseydi, Gu Chenbai o gençlik filmini izlemeseydi, Qi He şarap ve sodada hata yapmasaydı, Tu Yan boşanmalarının ikinci gününde Gu Chenbai'nin kızgınlık döneminde odasına girmeseydi... Hâlâ Gu Chenbai ile el ele tutuşup eve gidiyor olur muydu?

Yoğun kar geçmişteki her şeyi kapladı, geriye yalnızca geçmişi unutup yeniden başlamak istiyormuş gibi görünen iki sıra ayak izi kaldı.

Tu Yan başını kaldırdı, Gu Chenbai'ye gülümsedi ve "Mm, hadi eve gidelim." dedi.

Bölüm Sonu.

Finale son 3!!!

Limited Possession [BL] ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin