(24) Beni Nasıl Unutursun?

378K 19.4K 36.1K
                                    

"Dünyanın en acı şeyi ne diye sorsalardı, hiç şüphesiz bir an bile unutamadığınız biri tarafından unutulmak derdim."

Tekerlekli sandalyede otururken iç çekerek yerdeki kumlara baktım. Vücuduma giren o camların da bu kumlardan bir farkı yoktu. Tek fark kumlar gözlerime girince acıtıyordu camlar ise vücuduma. Şimdilerde deli diyorlardı bana ama kimse tüm bu deliliğin içinde yardım çığlıkları attığımı görmüyordu. Beynimde ansızın bir göçük meydana gelmişti ve o göçük gittikçe büyüyüp oradaki her şeyi yutuyordu. Kafamın içinde başlayan bir iç savaşta ağır yaralıydım, belki de ölmek üzereydim. Gazel'in sırtıma sapladığı bıçaktan daha ağır yaralarım olmuştu ama hiçbiri beni böylesine dağıtmamıştı. İnsan kendi kanında olanların ihanetine uğramaya görsün, asıl o zaman yıkılıyordu.

Sekiz yaşındayken arkadaşlarımı kaybettim, üstesinden gelemedim ama bir şekilde yaşamaya devam ettim. On üç yaşında annemi yitirdim ama kandırdım kendimi. Herkese annem trafik kazasında öldü derken bir süre sonra bende buna inandım. Tekrar ayağa kalkmak için kendi yalanıma sıkı sıkı asıldım. Zor olmuştu ama annemin ölümünden sonra da bir şekilde yaşamaya devam etmiştim.

Ablam ve köpeğim Kıtmir beni terk etti, çok üzüldüm ama bir şekilde hayata tutundum. Babam ve büyükbabam dışında kimsem kalmadığında, yani bir ablaya en çok ihtiyaç duyduğum bir anda çekip gitmişti. Giderken gözlerim olan köpeğimi de götürmüştü. Beni tamamen karanlıkta bırakmak istercesine bunu yapmıştı. O gün de çok üzülmüştüm ama gidişinin arkasında hiç ağlamadım. Ablam gitti diye sızlanıp ağlamadım ama ayağım taşa çarpsa yere oturur, saatlerce ağlardım. Babam görmezdi çünkü onun yanında kolay kolay ağlayamazdım ama büyükbabam bilirdi neden ağladığımı. Canımı yakan asıl şeyin küçük bir taş parçası olmadığını büyükbabam hep bilirdi.

Eğer ölmeden önce birinden helallik alacaksam bu sadece büyükbabam olurdu. "Yardım et çok acıyor," diye az ağlamamıştım ona. Artık ona da ağlayamam çünkü çok yaşlı olduğu için fazla üzüntüyü kaldıramazdı.

Şimdi onu izliyordum, bahçedeki kamelyada tek başıma otururken büyükbabamı izliyordum. Furkan ile iyi anlaşmış gibilerdi. İkisi bahçenin bir kenarında ayakta durup gülerek sohbet ediyordu. Büyükbabam arada sırada başını çevirip benim olduğum tarafa bakıyor, beni kontrol ediyordu. İyi olduğumu ona göstermek için o her baktığında tebessüm ediyordum ama aslında hiç iyi değildim. Korkarım ki aklımı yitirmek üzereyim. Delilikle aramda sadece bir adım kalmıştı.

Yanımda duran hasta bakıcısı, "Bige Hanım," diyerek dikkatimi çekti. Başımı çevirince bir Rus güzeli olan kadının yüzüne baktım. Benden birkaç yaş büyük gösteriyordu, yani Karun ile aynı yaşlardaydı. Artık yirmi yedi yaşına girdiğime göre kocam benden üç yaş büyüktü. Acaba onun doğum günü hangi aydaydı?

Adını bile unuttuğum kadın, "Beni dinliyor musunuz?" deyince boş boş suratına baktım. Bu kadar dağıtmışken kendimden daha güzel bir kadın görmeye katlanamıyorum.

Makyaj yapmak için bile olsa ellerimi kullanamıyorum ama o, bu sabah makyajını çok güzel yapmıştı. Yüzündeki pudra açık tenine hafif koyu bir renk katmıştı ve mavi gözleri için kullandığı göz kalemi ona yakışmıştı. Uzun boyu ve kıvrımlı vücudu insanı kıskandırıyordu. Aslında fiziki olarak sahip olduğu her şeye sahiptim ama benim makyajım yok, burnum biraz bükük ve tekerlekli sandalyeye mahkûmum! Bu halim geçici olsa bile bakıcımı kıskanıyorum. Bir zamanlar bende onun gibiydim ve şimdi onun gibi olamadığım için kıskanıyorum.

Tekrar konuşacaktı ki, "Adın ne senin?" diyerek onu susturdum. "Üzgünüm adını hatırlamıyorum."

Unutkanlığımı anlayışla karşılayıp, "Rebeca," dedi sıcak bir sesle. Türkçe'yi çok iyi konuşuyordu.

SAKA VE SANRIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin