20. BÖLÜM: MANGAL ve SAN SEBASTİAN

8.6K 488 81
                                    

Aynadan kendime bakmayı kesip sonunda montumu giydiğimde telefonum çalmaya başlamıştı.

"Geldim ben." telaşla ayakkabılarımı giyerken Rüzgar'ın çoktan özlediğim sesi kulaklarımı doldurdu.

"İniyorum." siyah çizmelerin fermuarlarını çekerken mırıldandım.

Telefonu kapatıp çantama attıktan sonra asansöre bindiğimde gözlerim tekrardan aynaya takılmıştı. Son zamanlardaki pasbal hallerim inanılmaz özgüvensiz hissetmeme sebep olduğu için bugün birazcık özenmiştim.

Üzerimde siyah kısa penye bir elbise vardı. Göğüs dekoltesi biraz derin olsada omuzlarımdan aşağı döküldüğü için çok dikkat çekmiyordu. Kalçamın hemen altında bittiği için bütün gece oturup kalkmama dikkat etmem gerekiyordu sanırım. Saçlarımı ise banyodan sonra topuz şeklinde toplamış makyajımı bitirdikten sonra açarak dalgalı bir şekilde omuzlarımın altına kadar dökülmesine izin vermiştim. Simli siyah elbisemden dolayı da siyah, keskin bir göz makyajı tercih etmiştim. Kırmızı parlak bir ruj ise tamamlayıcıydı.

Asansör durunca derin bir nefes alıp merdivenleri indim. Kıyafetimden dolayı palto değil kalın bir ceket almıştım sadece. Fakat Antalya'da kış düşündüğümden de sert geçiyordu. Kollarımı kendime sararken Rüzgar ile göz göze geldim. Bu anında içimi ısıtmıştı.

Önce geniş bir şekilde gülümsedi. Yaslandığı arabasından uzaklaşıp bana bir kaç ufak adım atarken gözleri üzerimde boydan boya dolaştı. Kaşlarını çatıp bir elini bana uzatırken gülmeyi kesmişti.

İşten izin alıp erken çıktığı için alelacele duş alıp buraya gelmiş olmalıydı. Baştan aşağı siyah giyinmişti. Tişörtü, ceketi, kumaş pantolonu... Saçları bugün biraz daha açık renkli gelmişti gözüme. Muhtemelen hala nemli olduğu içindi.

"Hasta olacaksın!" dedim saçlarını kurutmadan bu ayaza çıktığı için mırıldanarak. Ufak bir kıkırtı ile tuttuğu elimi çevirerek kendi etrafımda dönmemi sağladı.

"Bence hasta olacak olan sensin." dedi kısa elbiseme dem vurarak. Omuz silkip yolcu koltuğuna ilerlediğimde elimi zar zor bıraktı.

Gittiğimiz yer Barbaros'un mekanı olduğu için mi yoksa Rüzgar ile ilk kez yemeğe çıktığım için mi bilmiyorum fakat oldukça heyecanlıydım.

"Gevşe." Rüzgar dizimin üzerindeki elimi avucunun içine aldı.

"Daha iyi misin?" dedi ben ona yorgun bir gülümseme sunarken.

"Sence değil miyim?" boştaki elimle güneşliği indirip aynasından tekrar ve tekrar kendime baktım.

"Parlıyorsun." dedi elimin üzerine incecik bir öpücük bırakırken.  "Demek istediğim hastalığın geçti mi?"

Üzerimde hala ufak bir kırgınlık olsa bile fazlası yoktu.

"Dün içtiğim çay iyi geldi." başımla onu onayladım. Kıkırdar gibi bir ses çıkardı.

"Bugünde yapabilir miyim o halde?" dediğinde bu sefer utanarak başımı sağ tarfımda kalan deniz manzarasına çevirdim.

"Bakarız." Terry'nin Yeri'ne yaklaştığımız için gergin bir şekilde mırıldandım. Derdimi anlamış gibi elini elimden çekip derin bir nefes aldı.

"Oraya gitmek zorunda değiliz Kiraz." son kez şansını denese bile başımı iki yana salladım.

"Gerek yok. Ben keyfime bakacağım. Sende öyle yap." meydan okurcasına omuz silktim.

"Keyfine bakacaksın?" kışkırtıcı bir şekilde kaşını kaldırdı.

"Aynen öyle!" dedim kırmızı ışıklar ile süslü mekanın otoparkına girerken.

Yes CHEFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin