⁴ 𝖇ø𝖑ū𝖒 "pamuk prens"

123 15 8
                                    

Flash back:

Yazın kavurucu sıcağında dakikaları saymayı bıraktığım bir araydı. Eskisinden daha dinç vücudum ve daha normal sayılabilecek psikolojim ile öylece bekliyordum. Ayaklarımı itina ile yataktan aşağı sarkıtmış belli bir tempoda sallıyor, gözlerimle kapıyı yokluyordum.

Sonunda aralanan kapı ile genişçe gülümsedim. Kapının pervazında elindeki telefon ile uğraşırken kafasını yavaşça kaldırdı. Ona karşı sunduğum samimi gülümsememi fark ettiği anda aynısını bana göstermekten çekinmedi.

Jimin, benim için çocuk masallarındaki bir kurtarıcıyı andırırdı. Ona kızamaz, darılamaz, küsüp bir kenara çekilemezdim. Bunlar berbat bir kabus kadar korku uyandıran şeylerdi.

Bir ad koymaya gerek duymadım. Abi, arkadaş, dost, doktor. Dilime varmamasınınında ötesinde zihnimde bile bir kalıba sığdıramayacak kadar eşsizdi benim için.

Bütün eksiklerimin çaresinin toplanması gibiydi. Uzunca yüzüne dalar onu ne kadar sevdiğimi istesemde tartamazdım. Bazen var oluşu bile mutluluktan ağlatacak kadar duygusallaştırırdı beni.

Belki beni kurtarmaya gelirken beyaz bir atı yoktu fakat ilk günden beri imrendiğim pamuk şekere benzeyen pembe saçları vardı. Şimdiye kadar muhatabı olduğum yaşlı doktorların aksine onu görmek daha çok yaşımda hissettiriyordu beni.

Gülüşünü asla bozmaz iken bana doğru yaklaştı. Elindeki telefonunu çoktan cebine atmıştı. Yanıma geldiğinde burnumu parmakları arasına alarak sıkıştırdığında homurdanarak uzaklaştım parmaklarından.

Bu hareketime yalandan kaşlarını çatar iken inat ederek beni dahada fazla sevmeye başladı. Uzun uğraşlar sonucu durdurmayı başardığım sevilme faslından tam tersine hoşlanırdım. Sadece inat edince daha çok seviyordu o kadar.

Benden uzaklaşarak yanında getirdiği poşetten önceden doldurulmuş iğneyi yavaşça çıkardı.

Boynumu bir pamuk yardımı ile temizledikten sonra acısız bir şekilde enjekte etti. "Vakit geçirseydik ilk önce"

Umutla doğrulttuğum soru için artık çok geçti. Yatak kenarlarını sıkıca tutmaktan beyazlamıştı parmak boğumlarım fakat artık istesem bile sıkamadığım için yavaşça bırakmıştım.

Ellerine düşmekte olan kafamı yaslamış ardından sıkıca sarılarak yatağa yatırmıştı. Doğrulmadan önce saçlarım arasına yerleştirdiği kuş tüyü hafifliğindeki öpücükleri, bana verilen ilacın aksine ayrı bir uyuşturucu görevi görüyordu.

"Önemli bir işim var kook. Çok üzgünüm." Fısılsıtan farksız bir şekilde dile getirdi bahanesini. Dediğim gibi istesem bile darılamazdım.

Kelimelerin arasından ayrıştırma ihtiyacı duyduğum tek şey bana olan hitap şekliydi. Zihnimin kapıları kapatılırken sadece gülümsedim.

●●●

Duvar saatim bozulmuştu. Belki sinir olduğumu onlarca kez dile getirsem bile her yelkovanın ilerleyişinde farklı anılar biriktirmiştim.

İlacım enjekte edileli bir kaç saat oluyordu. Uzun aradan sonra ilk defa canım yanmıştı iğne yüzünden ve öncekilerin aksine kaşındırdığı boynum beni fazlası ile rahatsız ediyordu. Bilincim tamamen kapalı olması yerine neden hala ayakta duruyordum hiç hir fikrim yoktu. Buna rağmen kurdum tarafından rahatsız edilmiyordum.

Gözlerim durmuş saatte dolaşıyordu. Alışkanlık olmuştu artık. İlerlemese bile izlemek zorunda gibiydim. Kolumdaki saatin aksine ona daha çok bağlanmıştım. Yaz olmasına rağmen hissettiğim hafif soğuk hava üzerime kalın bir sweat giydirtmişti. Mor sweatimin kapşonunu kafamdan geçirdim ve içimdeki kötü his ile kollarımı etrafıma sardım.

Loş bir ışıkla aydınlanan oda da sessizliğin verdiği uyuşukluk ile yaşaran gözlerimi yavaşça kapatıp açıyordum. Klasikleşmiş bir gün değildi bunun oldukça farkındaydım. Sadece ne olacaksa olsun bitsin istedim.

Aniden kararan görüş açım ile gözlerimi hızla açıp kapattım. Işıklar kapanmıştı. Oldukça garip ve yersiz bulduğum için tedirginlik ile yatağımın köşesine sindim yavaşça. Susturmaya çalıştığım düşüncelerim beni asla rahat bırakmıyordu ve olumsuz bir aç şey harici pek bir öngörüde bulunamıyordum.

Kapı sesli bir şekilde açıldığında göremeyeceğimi bildiğim halde oraya doğru döndü bakışlarım. Bana yaklaşan adım sesleri kaşlarımı çatmama sebep oldu. Kolumda hissettiğim elleri ittirmeye çalıştığım sırada o sesi duydum.

"Benim korkma"

Yüreğime su serpilirken neredeyse ağlama kıvamına gelmiştim. Neler olduğunu bilmiyordum fakat hoşuma gitmemişti bu gece. Kolumdan nazikçe çekilerek seri adımlar ile çıkarıldım odadan.

"Jimin " Diye fısıldadım adını. Hastane duvarlarına çarparak yankılanan fısıltım cevap alamamıştı. Kolumdaki sıkı tutuş halen daha yerini korurken yineledim çekinerek. "Jimin?"  

"Çıkıyorsun buradan kook" hızlı bir şekilde sarf ettiği kelimeleri kavradığımda bu sefer duvarlarında ötesinde, beynimde büyük bir yankıya dönüştü. Onlarca düşüncenin istilasına maruz kalır iken âdeta transa girmiştim.

Üçüncü uzun merdivenide çıktığımızda çıkış kapısına ulaşmıştık. Kapıyı gördüğümde çıktım transtan. Bunca zamandır penceremin ardında hep karanlık olmasının sebebini anlamıştım. Bodrum katındaydım. Eski odamdaki pencereden bakmayı sevmemin inadına yapılmış olduğunu varsaydım bunun.

Sonunda yüzümde hissettiğim rüzgar ile kalp atışlarım normalin dışına çıkmıştı. Saçlarımın arasından geçerek ilerleyen rüzgar gözlerimi yaşarttı. Sesli bir nefes çektim temiz havadan. Gözlerim önümde ifademi izleyen adama doğru kaydı. Gözleri yaşarmış ve mutluluğunu asla saklamadan yüzüne yansıtmıştı. Cebinden çıkardığı kağıdı benim cebime koydu hızla.

"Telefon numaram" Dedi buruk sesi ile ve devam etti. "Sen akıllı ve cesur bir çocuksun jungkook. Koş, koş ve sonra beni bul."

Kafamı hızla iki yana sallarken yalvarır bir bakış attı. Ellerimi koluna doladım. Korktuğumu biliyordu. "Sana yalvarıyorum. Beni aradığın zaman hemen yanına geleceğim... söz veriyorum "

Koluna sarılan ellerimden nazikçe kurtuldu.

Ay ışığında parlayan lacivert gözleri asla aklımdan çıkmamak üzere kazındı aklıma o gece. Yavaşça arkamı döndüm ve sadece koştum.

By lucy

Galanthus Nivalis || taekook ' omegaverseWhere stories live. Discover now