32.BÖLÜM

47.5K 3.9K 2.9K
                                    

Korkunç bir gecenin sabahına uyanmıştım bir kez daha. Gözlerimi usulca aralarken, kabuslarla dolu bir uykudan uyanmakta olduğumu düşünüyordum ama hayır. Hatırladıklarımın hiç biri kötü bir rüyadan ibaret değildi. Kötüydü, ama rüya değildi. Hepsini yaşamıştım.

Kendime elbise seçerken mağazada yaptıklarım, iş yerim zannederek gittiğim genel ev ve zengin müşteri avlamak için gittiğim gece klubünde yaptıklarım... Her yeni gün de yaptığım rezillikler, bir önceki günün rezilliklerini aratır hale gelmişti. Rezilliğin vücut bulmuş haliydim.

Rüzgâr'ın Koray'la birlikte beni bulup oradan çıkarmalarının ardından geldiğimiz evde, Rüzgâr'a sergilediğim ufak çaplı erotik şov... "Başka ne tür fantezilerin var?" derken girdiğim haller aklıma gelince az önce açtığım gözlerimi sımsıkı kapattım. Allah'ım ölmek istiyorum.

Rüzgâr'ın annesiyle karşılaşmışım gibi ölmek istiyordum.

Dün gece aldığım alkolün etkisi hâlâ üzerimdeydi. Başımı yastıktan kaldırırken hissettiğim ağırlığın sebebi Rüzgâr'ın enseme batırdığı iğne miydi? Belki de alkole bağlı bir ağırlıktı. Dün gece çok fazla alkol almıştım. Adını bile bilmediğim bütün alkol türlerini denetmişti o pis adam bana. İnşallah bir gün karısına yakalanırdı.

Şu an Rüzgâr'ın odasında ve onun yatağındaydım. Başımı tamamen yastıktan koparıp kalkarken duyduğum, "Günaydın," diyen yorgun sesin sahibi Rüzgâr'dan başkası değildi. Burada mıydı?

Başımı usulca sol tarafa çevirdim. Bacak bacak üstüne atmış, oturduğu tekli koltukta geriye doğru yaslanmış bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerindeki yorgunluk farkedilmeyecek gibi değildi. Sanki bütün gece uyumamış gibiydi.

"Günaydın," dedim dudaklarımdan mı, yoksa karnımdan mı geldiğini anlamadığım çekingen bir ses tonuyla. Şu an o kadar utanıyordum ki... Keşke onun zihni de dün geceye ait olan zaman dilimini silip atabilseydi. Gözlerinin içine bakarak, "Ücreti önden alıyorum," demiştim arsız bir şekilde. Rüzgâr'ın cebindeki bütün paraları çıkartıp bana uzattığı an aklıma geldi şimdide. Utancımdan içinde Rüzgâr'la birlikte bu evi yiyebilirdim şu an. Allah beni kahretsindi.

Elinde tuttuğu kalemi önündeki sehpanın üzerinde duran kağıtların üzerine bıraktı. Ayağa kalkıp bir adım atarak yatağın hemen yanında durdu ve usulca tam karşıma oturdu. Gözlerini gözlerime sabitlenmiş bir şekilde tek kelime etmeden bakıyordu. Kızgınlık mıydı bakışlarındaki soğukluğun sebebi? Kızmış mıydı bana? Bakışlarım usulca alt dudağının kenarındaki ize kaydı. Dün gece o adamla kavga ederken aldığı darbeden dolayı dudağı patlamıştı. Benim yüzümden bir dayak yemediği kalmıştı o da tam oldu şimdi.

"Çok acıyor mu?" dedim gözlerimi dudağındaki yaradan ayırmadan.

Beni tanıdığı ilk günden beri başı bir türlü dertten kurtulmuyordu. Hiçbir karşılık beklemeden tedavimi üstlendiği yetmezmiş gibi, bir de bunun için her terapiden sonra bana para gönderiyordu. Kendimi tehlikeye atarım korkusuyla çalışmamı istemiyordu ama ben bir şekilde o tehlikeye atıyordum kendimi. Ve beni o tehlikelerden çekip kurtaran hep Rüzgâr oluyordu. Hissettiğim mahçubiyet ve utancın tarifi yoktu.

İlk zamanlarda Rüzgâr'a karşı hissettiğim korku artık yerini utanç ve mahçubiyete bırakmıştı. Yaralarımın üzerine merhem olma çabasının yanı sıra, o yaraları sarmak için elinden geleni yapıyordu. Çabalıyordu. Yaralarımın boyutunu bilmeden, iyileştirebileceğini zannederek çabalıyordu. Sadece mesleki bir aşkla yapmıyordu bunu. Dün terapi için yanına gittiğimde bana, "Aşık oldum," demişti.

İçimi titreten bu iki kelime, omuzlarımdaki yüklere bir yenisini daha eklemişti. Beni sevgiyle saran, iyi olmam için çabalayan, koruyup kollayan adama karşı bu güne kadar sergilediğim tutumdan utanmıştım. Rüzgâr benim gibi birini asla hak etmiyordu. İlay haklıydı. Ben hiçbir anlamda yakışmıyordum Rüzgâr'ın yanına.

FÜGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin