BÖLÜM YEDİ: RUHUN ZIVANASI

12 4 1
                                    

Bir insanın boğulmak için suya ihtiyacı yokmuş, düşünce denizimde boğulurken fark ettim. Ölmek için de 21 gram eksilmeye falan gerek yokmuş, ölüyorum sandığım her gecenin sabahında güneşin doğuşuna şahitlik ettim.

Kendi içimde kurduğumu amansız savaşa kapılmış yarısından fazlasını katettiğim yolda, taşları izleyerek evime gidiyordum.
Beril'i aramış bana gelmesi gerektiği konusunda acıtasyon yapmıştım. Bugün izinliydi ve yarın gideceği işinde ona ben de eşlik edecektim.

Yarını düşündükçe artan kaygım, sızdığı benliğimde kasıklarıma ulaşmış oradan eziyet ediyordu bana. Saplayacağı binlerce bıçağı saplıyordu acımadan. Şimdiden böyleysem yarın beni oradan ambulans ile falan çıkarırlardı herhalde.

Çektiğim acı yüzüme yansırken eve varmak beni hiç bu kadar mutlu etmemişti. Melisa çayı içip sıcak bir duş almalı, Beril gelene kadar kendime gelmeliydim. Kızı o kadar çağırmışken karşısında acıyla kıvranmak istemiyordum.

Kapısından girdiğim eve boş bir bakış atıp elimdeki eşyaları masanın üzerine bıraktım. Su kaynatıp melisayı presten geçirdikten sonra demlenmesin beklerken odamdan eşyalarımı aldım. Onları banyoya bırakıp asılı duran havluyu, üstüme geçirdim. Siyah kupama koyduğum çayın kokusu etrafı sararken bar sandalyesine oturdum. Hayatımın bir süredir bu kadar sakin ve monoton gitmesi, kendimle olan çatışmalarımızı saymazsak, beni çok mutlu ediyordu. Evet kafamda dönüp duran bir Alaz meselesi vardı ancak Alaz hiç bir zaman somut olarak uğraştığım bir durum olamazmış gibi geliyordu. O akıl hastanesinden çıksa dahi bir iş adamı olduğu gerçeği, çıkar çıkmaz yoğun hayatına devam edeceği gerçeğini beraberinde getiriyordu. Hem benim bir daha hastaneye gitmeyeceğim gerçeğini de varsayarsak bir daha karşı karşıya gelmemiz olanaksızdı. Öyle olmalıydı.

Her şey kafanda Nara, sorun olarak yaratmaya çalıştığın şeyler gerçek olamayacak kadar olanaksız diye bağırınıp duruyordu zihnimin aydınlık köşesi.

Yavaş yavaş yudumladığım çay, hem fiziksel hem ruhsal olarak rahatlamama yardımcı olmuştu. Şu an o kadar da gergin değildim. Sorunlarımı terapilerde düşünmeli ve gerçek yaşama odaklanmalıydım. Artık tek yapmam gereken sıcak bir duş almaktı.

Banyoda üzerimdeki havluyu kenara koyup ince bedenimi ilerlettim. Duşa kabinin kapağını kapatıp ılığa ayarladığım suyun özgür kalmasını sağladım. Su damlacıkları bedenimden aşağıya kayarken tüm yükümü küçük narin damlalarına hapsediyormuş gibiydi.

Ancak bu yük bile zihnime fazla gelmiş olacak ki hastanede aldığım duşlar gelmeye başlamıştı aklıma. Ellerimi duvara yasladım. Hastalığımı atlatsam dahi o küçük delik bana atlatamayacağım birçok travma hediye etmişti...

Ruhumun çıplaklığı en savunmasız halindeyken yanımdan gelen çığlıklar, ölümü suyun şeffaflığına bulamak isteyen insanlar. Bedenim kirlilik safhasına ulaşmadıkça o duşa girmek benim için imkansız oluyordu. Çok fazla yaşanmışlık vardı, istenmeyen binbir anı silsilesi dönüp dururken bahsi geçen gün yüzü bazen çok imkansız geliyordu, anlamsız...

Anılarımdan, karamsarlığımdan uzaklaşmak ve gerçek hayata odaklanmak için gözlerimi açıp kollarımı duvardan uzaklaştırdım. Anda kalmalısın Nara. Şu anımı daha fazla mahvetmemek adına aldığım meyveli şampuanı saçlarıma, duş jelini de vücuduma boca edip güzelce yıkandım. Saçlarımı, tenimi, en uç noktalarımı dahi güzelce liflediğime emin olduğumda suyu kapatıp çıktım. Köşeye bıraktığım kıyafetlerimi, kuruduğuma emin olup giyindim. Banyoda dağıttığım yerleri toplayarak çıktım.

Beril'i arayıp yolda olduğunu teyit ettiğimde kek malzemeleriyle karşılamak istediğimden masanın üstünde, poşetten çıkarmadığım tüm malzemeleri tezgahın üzerine dizdim. İki kadeh çıkarıp şarap da doldurduğumda telefonumda oyalanmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.

AmbivalansWhere stories live. Discover now