Bölüm 16 - KÂHİN

49 14 30
                                    

Bir insandan sevgi anlamında da nefret edilir. Belki bazıları çok sevdiği için ya kendine kızar ya da onu sizden ve kendinden saklamak adına size nefret duyabilir.Bu ya isteyerek olur ya da tamamen bilinçaltımızda kendini kendiliğinden var eder.

Nefretten kastım bu kıskançlık olarak da kendini gösterebilir. Kıskanan kişi ya da kişiler sizde olan çok çok iyi bir özelliğin kendisinde neden onların olmadığını sorguladığında önce zihninde doğar sonra da nefret tüm kalbini ele geçirir.

Ya da nefret, siz yapma dedikçe sürekli bunu size rağmen göz göre göre tekrar tekrar yapanlara duyulur. Bu bir nefret ettiğiniz duymak istemediğiniz bir kelimeyi söyleyen kişi bir sevdiğiniz bile olsa ondan ya isteye isteye nefret edip soğursunuz ya da kendiliğinden beyniniz ondan nefret etmeye başlar.

Bana bunlardan hiçbiri için benden nefret edilmedi. Bana yüz yıllık süren bir nefret hediye ettiler. Keşke bu saydıklarım gibi nefret etselerdi ama onların ebedi nefretini kazanmıştım artık. Yüz yıllık etkisini koruyan kuşaktan kuşağa aktarılan bir nefret...

Yağmur göğü yararcasına yağıyorken bir karınca sürüsü gibi dağılan topluluğa bakındım. Boğazımı sıkan bu halat artık git gide nefesimi tüketmeye ve damarlarımı şişirmeye çoktan başlamıştı.

Yağmur öyle kuvvetli öyle sert bir şekilde yağıyordu ki etrafımda beni zevkle izleyen hiç kimse kalmamıştı. Benim kıvranışımı gördüklerinden sonra muhtemelen birkaç dakika sonra öleceğimi düşündükleri için bunu pek unursamadan zevkle ya evlerinde kahve içmeye ya da kutlama hazırlıkları için kendilerine bunu kutlayacak bir mekan ayarlamaya gittiler. Onlar belki birkaç dakika daha kıvranıp ruhumu teslim edeceğimi düşünüyorlar ama ben birkaç dalikadan bayağı fazla bu şekilde ölmeden durabiliyordum.

Benim yerime şuan başkası olsa ya da başka bir cadı olsa muhtemelen üç dakika ya da en fazla beş dakika sonra can verecektir. Ama ben üç ya da beş dalikadan da dalikalarca hâlâ hayattaydım.

Nasıl hâlâ her defasında hayatta kalmayı başarabiliyordum bilmiyorum ama kesinlikle hiçbir şekilde ölmüyordum. Ölemiyordum.

Nefessizlikten boğuluyordum, acıyı her şekilde hissediyordum ama hâlâ ruhum bedenimden çıkmaya direniyordu sanki.
O sesin de dediği gibi belki de ölümden korkmamalıydım onun peşimden gelmesini gördükten sonra bende ona gitmeliydim. Onun hiç beklenmediği bir anda önünü kesmeliydim.

Artık ne ölüm korkusu vardı ne de insanların nefretini kafaya takacak bir beyin vardı.

Kıvranmayı dakikalar önce bırakmıştım artık. Ellerim kollarım bağlı sadece bu şiddetli yağmurun altında asılı bir şekilde olacakları bekliyordum.

Yağmur aslında işime bu halde bayağı yaramıştı. Onun sayesinde insanların boğuk kulak tırmalatıcı uğultuları kesilmişti.

Kuvvetle yağan yağmurun ardından sıra sıra çakan iki şimşek irkilmeme neden oldu. Boğazımı sıkan bu halata artık daha fazla dayanacak gücüm kalmamıştı.
Ben nefes almaya çalışırkem bir yıldırım daha düştü. Ama bu sefer Özgürlük Meydanı'nın arka tarafında kalan Depon kasabası'na.

Güneş çoktan doğmuştu ama saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Buradan sağ salim canlı mı kırtulacaktım yoksa ruhumu gökyüzüne bırakarak mı kurtulacaktım. Henüz hiçbir fikrim yoktu.

Damarlarım şişmiş kan akışım çoktan durmuştu ama hâlâ kalbimin yavaş yavaş attığını hissedebiliyordum.

Yağmur öyle çok şiddetle yağıyordu ki bir an gökyüzünün üzerime düşeceğini ve beni parçalayacağını sandım.

Ölümsüzün ÇağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin