35.BÖLÜM

18.7K 551 108
                                    

Günler geçmişti ve artık Fizik tedavimin bitmesine çok az kalmıştı. Yakında raporum da bitecekti ama fizik tedavimin bitiş tarihiyle raporumun bitiş tarihi denk gelmiyordu. Çalışmaya başladıktan sonra da fizik tedaviye devam edeceğim gibi gözüküyordu.

Koltuk değneğini bırakmıştım ya da o beni bırakmıştı.

Küçükken anneannemin değneğiyle olan ilişkisini, onunla yaşarız sanmıştım ama sanırım beni biraz genç bulmuş olabilirdi.

Hayatımın en mutlu anlarından olduğunu bilmezdim mesela anneannemin peşinde gezdiğim o günlerin. İki kapı gider otururdu sonra yine iki kapı gider yine otururdu bir kapı önüne. Uzun yol yürüyemezdi, yorulurdu. Ama yine de yürürdü. Her gün yürürdü. O elli beş yaşında ben yedi yaşında birlikte gezerdik.

Bazen, bir vakitler tek hayat derdimin anneannem ne kadar da fazla oturuyor diye düşünmek olduğu o zamanlara geri dönmek istiyorum.

Hiç annem gibi olmak istemediğim gibi anneannem gibi de olmak istemiyordum. Ajda Pekkan gibi olmak istiyordum mesela, onca yıllara rağmen hâlâ dinç. Oysa genetik nereye kadar reddedilebilirdi?

Genetikle savaşılamayacağını bile bile istiyordum işte. Bilmek istemeye engel değildi.

Apartmanın merdivenlerinden iki basamak çıkıp ardından bir basamakta oturarak dinleniyordum ve böyle böyle evime ilerlerken, apartmana girip çıkanlar dikkatimi çekti. Sanırım biri taşınıyordu. Parçalara ayrılmış dolap kapaklarını yanımdan geçirmeleri için bir kaç kez yol verdim onlara. Oldukça ahesteydim ve bu gidişle tahminen bir saatte bitmezdi bu merdivenler.

"Kusura bakma abla!" dedi oturduğum basamakta biri ayağıyla bana tokarken. İrkilerek;

"Pardon!" dedim çekilmem gerektiğini anlayıp. Daha devasa bir şeyi geçirmek için benden izin istiyorlardı ve ne kötü tesadüftü ki ben bu aheste hâlimle onların taşınma işine engel oluyordum. Ayağa kalkıp sırtımı duvara yaslarken onlara yol vermeye çalıştım.

Adamlar zor bela bir güç sarf ederek ağaç masayı yanımdan geçirmeye çalışıyorlardı. Hızlı da hareket edemiyordum ve resmen duvarla masa arasına sıkışmıştım ki gözüm önümden geçen masaya takıldı.

Ne kadar da çok benim masama benziyordu...

Adamlar bir engeli atlatır gibi beni atlatıp merdivenlerden aşağı adım adım indikleri sırada hâlâ onlara bakıyordum. Yüzümdeki avallık kaç saniye sürdü bilmem ama sonra gözüm başka bir şeye takıldı. Bir adam da peşleri sıra iki sandalyeyi paketlere sarmış aşağı indiriyordu. Kaşlarımı çattım.

Bu sandalyeler benimkilere benziyordu...

O da hızla merdivenleri indi karşımda. Sırtım duvara yaslı gayri ihtiyari bir sonraki postayı bekledim. Hakkaride bir mobilyacı herkese aynı mobilyayı sattıysa belki...

Yani gündüz vakti koca koca eşyaları kim soyardı ki? İmkansız gibi bir şey. Bunlar saniyeler içinde aklımdan geçerken bir başka adam elinde şeffaf ayakkabı kutularıyla aşağı inmeye başladı. Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Ayakkabılar..." diye mırıldanıyordum ki beynimden vurulmuşa döndüm.

Ayakkabılarım! İşte onları ta bir kilometre öteden tanırdım.

"AAAAAĞĞĞAAAAAAA!!" diye dilim tutulmuş gibi can havliyle çığlık attım. Çığlığımla kocaman bir gürültü koptu bir şeyler devrilirken kaba saba bir adam birine haykırdı.

"Haaaaooyt! Hooyt! Düzgün tutsana lan masayı! Kırıldı anasını! Parasını sen mi ödeyecen camuş!"

"Abi kulağım! Sen ne diyorsun! Kulağım gitti! Kadın çığlık attı benim kulağım gitti!" diye aşağıda bir yerde birileri birbirlerine haykırırken ben çığlık ata ata yukarıda ayakkabılarım elinde dehşetle duvara yapışmış, bana kocaman gözlerle bakan adama koşuyordum.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jan 15 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

ATEŞ HATTI Where stories live. Discover now