Bir haftam böyle geçmişti. Sessiz, içe kapanık, dışardan bakıldığında sakin ama içten içe yanan bir hafta. Şimdi son okul haftasına girmiştik.
Evdeyse... Karan arada odama uğruyor, konuşmak için çabalıyordu ama ben her seferinde ona sessiz, soğuk ve sert bakışlarla karşılık veriyordum. Tiksinti... evet, gözlerimde ona dair en net duygu buydu. Hayatımı altüst eden bir adama başka nasıl bakılırdı ki?
Artık annemle konuşmama da izin veriliyordu—ama sadece o kadar. Telefon bana asla verilmiyordu. Evin içinde tek bir saniye bile telefonun bana ulaşmasına izin yoktu. Ama önemli değildi. Önemli olan annemle kardeşimin iyi olduğunu duymaktı. Benim için bundan daha değerli bir şey yoktu zaten.
Ama Karan hâlâ... hâlâ beni neden burada tuttuğunu söylemiyordu. Bu belirsizlik, içimde giderek büyüyen bir fırtınaya dönüşüyordu.
O gün mutfağa indim. Ayşe Teyze yine yemek yapıyordu. Ne zaman mutfağa gitsem, bana sevgiyle bakan tek kişi oydu bu evde. Onun varlığı, ruhuma ilaç gibiydi. Sohbet ederken dayanamadım, Karan'ı sordum ona. Anlayamıyordum çünkü onu. O adamı çözmeye çalışmak, karanlık bir labirentin içinde körlemesine yürümek gibiydi.
Ayşe Teyze gülümseyerek yüzüme baktı. "Kızım, ben Karan'ı altı yaşından beri tanıyorum. Vicdanlı, efendi bir çocuktu... Bakma sen şimdi böyle olduğuna. Bu hayata mecbur kaldığı için böyle."
Vicdanlı mı? Efendi mi? İnanamıyordum. Dudaklarım istemsizce büküldü.
"Vicdan ve efendilik mi? Buna asla inanmam. Hem bu hayata niye mecbur kalıyor ki insan?"
Ayşe Teyze bir şey demedi önce. Sadece durup baktı bana.
"Orasını zamanla öğrenirsin kızım," dedi sonra, sessizce.
Bir an sustum. İçimde kabaran duygularla. Sonra yutkundum, yeniden sordum.
"Peki beni burada neden tutuyor ki Ayşe Teyze? Ben burada yaşamak istemiyorum. Benim zaten bir hayatım vardı."
Ayşe Teyze gözlerime bakarak, huzur veren sesiyle konuştu.
"Her şeyin bir zamanı var yavrum. Elbet sorularına karşılık bulacaksın."
Bir iç geçirdim, başımı öne eğdim. Kalbimde ağırlık vardı. Bu ev... bu insanlar... bu sessizlik... içimi daraltıyordu. Her şey o kadar bilinmezdi ki.
Çayımı bitirip dışarı çıktım. Günler sonra ilk defa bahçeye adım atmıştım. Etrafı tanımak istedim. Evin bahçesi büyüktü ama o büyüklüğün içinde bir hapis duygusu vardı hep. Yine de yürümeye devam ettim.
Çardağa yaklaştığımda, Cevat'la Karan'ın konuşmalarını duydum. Gözükmüyordum, ama onları net işitiyordum.
Cevat sordu: "Abi bu kızı daha ne zamana kadar burada tutacaksın?"
Karan'ın sesi kararlıydı. "Biliyorsun olayları... biraz daha bizimle kalacak."
Cevat endişeliydi belli ki. "Anladım abi. Ama bu kızın burada kalması çok tehlikeli."
"Onu da biliyorum, Cevat. Aklımı karıştırmayı kes artık."
"Abi özür dilerim... derdim aklını karıştırmak değil ama buna bir çözüm bulmazsak..."
Cümle yarım kaldı. Karan sertçe kesti.
"Kes artık. İçimi kararttınız iki dakikada."
Sesler kesildi. Daha fazlasını duymak mümkün olmadı. Gizlice, sessizce oradan uzaklaştım.
Ama zihnim susmuyordu. Neden beni burada tutmak zorundalar?
Tehlikeli olan ne?
Hiçbir şey bilmiyordum... sadece tahminler, endişeler ve sessizlik vardı elimde.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Babamın Borcu (düzenleniyor)
Teen Fiction"Oo küçük hanım," dedi dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle, "iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Kim olduğunuzu ve ne istediğinizi bilmiyorum ama derhal anlatın!" diye çıkıştım. "Sakin ol küçük kız." "Kim olduğunuzu söyledim!" diye bağırdım bu kez, se...