28. Bölüm: LUNAPARK

112 15 75
                                    

Sığınağa gidecekken Amaya'yı gördüm. Belli etmeden peşinden gittim. Eski okuluma gelmişti. İyi de neden burası? Ne işi olabilirdi terk edilmiş bir okulda? Okula girdiğimde Amaya aniden kayboldu. Kafama çarpan taşla yere düştüm. Acıyla inleyerek kafama vuran siyah pelerinli kişiye baktım. Bulanık görüyordum artık. Hayır,  bayılıyordum.

Başımdaki ağrı yüzünden uyandım. Gece olan olayı hatırlayınca etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Zar zor ayağa kalkıp tozların içinde kaybolmak üzere olan ayak izlerine baktım. Ayak izlerinin peşinden gittiğimde öğretmenler odasına girdim. Kilitli olan kutunun olduğu yere gelince ayak izleri bitmişti. Masanın üzerinde duran çatalı alıp bir dişi hariç diğerlerini büktüm. Kutuyu açtığımda karşıma tüm öğrencilerin toplu fotoğrafları çıktı. Her sınıf için ayrı ayrı vardı.

Kendi sınıfımla olan fotoğrafımı incelediğimde yüzümün yuvarlak içine alındığını fark ettim. Tek benim değildi. Başka sınıftan iki kızın daha yüzü yuvarlak içindeydi. Yüzlerine bakacağımda önümden geçen soğuk bir bedenle elimdeki fotoğraflar gitti. "O iki yüzle alakan var değil mi?" diye sordum görmediğim ve görünmeyen kişiye.

"Bir şeyleri ben çözeceğim yine değil mi?" Ofladım. "Bir kerede bana hediyelerle gelin derken kastettiğim garip fotoğraflar değildi!" diye homurdandım. Bana şöyle tatlı tatlı hediyelerle gelseler şaşardım!

Aniden bir çığlık sesi duydum dışardan. Kutuyu alıp dışarı çıktım. Karşımdaki görüntülerle sadece sustum. Narae, Wong'la konuşuyordu. Boğazım düğümlenmişti sanki. Narae beni görünce yanıma geldi. Elimi tutacağında elimi çekip "İşim var. Sonra konuşuruz." dedim sesim titremesin diye çabalarken. 

"Başına ne oldu? Bayan Chu-" 

"Bir şey yok Narae! Kendim halledebilirim." diyerek hızla yanından geçip gittim. Öylesine hızla giderken okuldan çıkan öğrencinin birine çarptım. Kutu yere düştüğünde hemen aldım. "Ari?" diye merakla soran sesi duyunca kafamı kaldırıp ona baktım. Ayaz'ı görünce "İyiyim," diye mırıldandım titreyen sesimle. Gözümden bir damla yaş en sonunda akarken Ayaz gözümden akan yaşı sildi. 

Koşarak yanından giderken kolumdan tuttu. "Bir şey anlatmak zorunda değilsin." Dayanamayıp hüngür hüngür ağlarken Ayaz sarıldı. Bir sarılma bu kadar sıcacık hissettirmemeliydi. Uzun zamandır içimde tuttuğum duyguları boşaltmıştım. 

Sakinleştiğimde okulun yakınındaki parka gidip banka oturduk. Ayaz etrafa bakınırken "Her şeyi kendin halledemezsin. İçinde tutma." diyerek sanki anlıyormuş gibi konuştu. "Ablam da senin gibiydi. Aptalın teki olduğu için her şeyi içinde tutup kendi halletmeye çalıştı. En sonunda aşkı yüzünden bitti. İntihar etti." 

Gözlerinde ablasına olan sevgisini belli ediyordu. Belli ki ona çok değer veriyordu. "Belki onu dinleyecek kimsesi yoktu." dedim ona bakarak. 

"Ben vardım. Arkadaşları vardı."

"Anlamazsınız diye korkmuştur."

"Onu anlıyordum ama o aptal aşkını seçti!" Sesini yükselttiğini fark edince bakışlarını kaçırdı. "Ve seni de anlıyorum Ari. Dediklerin kendi hissettiklerin." 

Sinirle ona baktım. "Çok konuşuyorsun."

"Tamam, susuyorum."

Okul. Okula gitmesi gerekiyordu! "Okuluna gitsene. Okulun daha önemli." diyerek uyardım. Omuz silkti. "Bir gün eksem sorun olmaz. Hadi lunaparka gidelim. Açılmıştır." Ayağa kalkıp bileğimi tuttu. "Kalk kalk!" dedi çekiştirerek.

Ayağa kalktım. Bir şeyi fark etmiş gibi hemen çantasını açtı. Islak bez ve yara bandı çıkardı. Alnımdaki kanı silip yara bandını yapıştırdı. "Teşekkür ederim."

"Benden daha çok yaralanıyorsun. Dünde elin ve omzun." dedi gülümseyerek. Bende gülerek onunla lunaparka gittim. Büyük ihtimalle her alete binmiştik. En son "Yoruldum ve acıktım! " diye isyan ettim. 

Ayaz onaylayarak yakındaki bir lokantaya getirdi. Yemeklerimizi yedikten sonra kasaya gittik. "Ben öderim," diyerek kartını uzattı. 

"Benden küçüksün. Ben öderim hem."

"Senin için sorun mu?"

"Ha?"

Beni afallatarak kartını okutmuştu pislik! Lokantadan çıktığımızde karnına yumruk attım. "Ben ödeyecektim." dedim gözlerimi kısarak.  

Sokakta ilerlemeye devam ederken "Ben gerçekten sordum." dedi aniden. "Küçük yaşta olmam sorun mu?"

Bu soru her seferinde afallatıyordu! "Hayır... Yani sorun değil." Gözleri yüzümde oyalandığında ekledim. "Arkadaş olmamızda sorun değil." Gözlerini üzerimden çekti. Tamamen alakasız bir şekilde "Sevdiğin biri var mı?" diye sordu. 

Beni sevmiyordu değil mi? Yani bana aşık olmamıştı. Onun kalbini kırmamıştım umarım. "Ayaz..." diye mırıldandım. Onu kırmıştım sanırım. Ben zarardan başka bir şey değildim. 

"Hayır o anlamda demedim. Benden yaşlı birine ilgi duymam ama arkadaşız." diyerek güldü. Kırmıştım. 

Dudağımı ısırıp "Özür dilerim. Seni kırmak istemedim." dedim pişmanlık içinde. Elini arkamdaki duvara uzatıp üzerime doğru eğildi. Aniden karşımdakinin Wong olduğunu gördüm. O kadar güzel bakıyordu ki... Yutkunarak dudaklarına baktım. Bir anda dudaklarına yapışıp ellerimi boynuna doladım. 

Wong beni yavaşça kendinden uzaklaştırdı. "Ari, kendine gel." 

Karşımdaki bir anda Ayaz'a dönüşünce elimi boynundan çektim. "Ne yaptığımı bilmiyorum. Sen sanki... Özür dilerim. Gerçekten özür dilerim. Seni öpmek istememiştim." Telaşla yanından geçip giderken Narae ve Wong'u birlikte gördüm. Sığınağa gidip odama kitledim kendimi. 

Kendimi artık kontrol edemiyordum.

------------------------------------------------------------

Bu bölümden sonra diğer bölümlerin kelimelerini daha uzun yazacağım. 5 bölüm taslakta şuann. Hepsi en az 700 kelime. VE DİĞER BÖLÜMLERDE AŞIRI MUTLU OLACAKSINIZZ

The Uncanny Counter Donde viven las historias. Descúbrelo ahora