yirmi

6.9K 533 123
                                    

"Neydi bahsettiğin dizinin adı?"

"Arcane."

...

"2 saattir mesajlarıma bakmıyor. Kesin aldatıyor."

"Kafanda kurmayı bırak artık Özge."

...

"Gel buraya seni bok kafalı."

"Ahmet siktir git."

Sınıftaki her kafadan farklı bir ses çıkarken daha birde bağıra bağıra konuşuyorlardı. Kafamın içindeki düşünceler bir saniye olsun susmazken daha birde sınıftaki yaratıkların koca koca sesleri başımın çatlamasına sebep oluyordu. Elimi hızla kaldırıp önümdeki sıraya vururken bir yandan da bağırdım. "Yaa!"

Herkes birkaç saniye şaşkınlıkla susup bana baktı. Benden böyle bı hareket beklemiyor olmalıydılar. Genellikle sessizce yerimde oturur dersimi dinler sonrada efendi efendi evime giderdim çünkü.

İçimdeki siniri bir türlü atamıyordum. Kafamın içi karman çormandı. Sınıftakiler hâlâ tip tip bana bakarken hızla sınıftan çıkıp kapıyı da arkamdan çarptım.

Sabahki olaydan sonra Azat'ın yüzüne bile bakmadan tuvaletten çıkmıştım. O da bişi demeyip kapının anahtarını vermişti zaten. Hem ne diyebilirdi ki? Şoka uğramıştım. Salak bı insan değildim. Ortada benim bir türlü fark edemediğim birşeyler döndüğünün farkındaydım. Ama böyle bişi çıkacağını asla tahmin etmezdim. Nasıl aklıma gelebilirdi ki zaten, sanki her gün böyle şeylere mı şahit oluyordum. Azattan da beklemezdim çünkü onda hiç şey tipi yoktu. Yani ne bileyim beklemediğim yerden vurmuştu beni. Hâlâ daha sabahki olayın etkisinden çıkamamıştım. Şaşkındım.

Kantine geldiğimde köşedeki masada bizimkileri gördüğümde onların yanına doğru yürüdüm. Masaya oturduğumda ege beni görünce elindeki kitabı kapatıp tüm odağını bana çevirdi. Ertuğrul ve Sarah ise kendi hallerindeydiler.

"Nerdesin sabahtan beri?"

"Biraz başım ağrıyordu da uyumuşum." Anladığını belirtir gibi kafasını salladığında bir anlık dalgınlıkla başımı kantinin girişine çevirdiğimde kapıdan giren şeytan dörtlüyü gördüm. Onu gördüğümde azıcık durgunlaşan ruh hâlim yine karman çorman olmuştu. Ona bakarken sanki hissetmiş gibi bakışlarını yanında konuşan mertten çekip bana doğru dönmüştü. Göz göze geldiğimiz an saniye bile sürmeden kafamı ellerime indirdim. Onlarda karşıda bir masaya oturmuş olmalıydılar.

"Pislikler! Görmeye bile tahammül edemiyorum." Ege kendi kendine söylenirken Ertuğrul ve Sarah diğerlerinin geldiğini yeni fark etmişti.

Ertuğrul önce bı yerinde iyice gerindi sonra bı ayağını öteki dizinin üstüne koyarken gevşekçe sandalyeye yayıldı. Gözleri ise hâlâ şeytan dörtlünün masasındaydı. Daha sonra bakışlarını bana çevirerek kollarındaki yanıkları umursamadan sandalyamin altından tutup beni yanına çekti. Kolunu da omzuma atarken ben söylenmeye başlamıştım bile.

"Manyak mısın? Kolların acıyacak napıyosun?" Beni dinlemeyip başka bı tarafa bakarken merakla gözlerinin nereye baktığını takip edip karşı masadaki burnundan soluyan Azatla karşılaştığımda sinirle tekrar Ertuğrul'a döndüm.

Bu şerefsiz kesinlikle herşeyi biliyordu ve bilerek Azat'ı sinirlendirmek için beni kullanıyordu. O gün o odada beni koklaması falan da aklıma gelirken sinirlenip omzumdaki kolunun etini bürktüm.

"Ahh napıyosun bulut ya!" Sonunda tüm odağını üstüme toplayabildiğimde omzuna da bi tane vurup masadan kalktım. "Senin işini sonra görücem. Bekle!" Onların yanından ayrılırken arkamdan baktıklarını hissedebiliyordum. Ertuğrul şerefsizinin böyle bir şeyi fark edip bana söylemek yerine beni kullanmasının hesabını ona sonra soracaktım. Ama önce diğerinin ifadesini almam gerekiyordu. Yoksa bu içime sığmayan siniri yanlışlıkla başkasından çıkarabilirdim. Neden Azat dururken sinirimi başkasından çıkaracaktım ki?

Onların masasına geldiğimde iki elimi sertçe masaya vurup biraz eğilerek onun gözlerinin içine baktım. Azat ise şaşkınca bakışlarını elindeki telefondan çekip bana döndü. Diğer üçünün de bana baktığını biliyordum ama şuan umrumda olan tek kişi vardı. "Höst! Ne yaptığını zannediyo-"

Sabırsızlıkla Semihin lafını kesip hâlâ gözlerinin içine baktığım çocuğa doğru "Konuşmamız lazım." Dedim. O ise zaten durumu bildiği için beni zorlamadan masadan kalktı ve önümden yürümeye başladı. Onu çağıran ben değilmişim gibi arkasından takip ederken arka bahçeye geldiğimizi fark ettim. Sonunda durduğunda yavaşça bana doğru döndü ve konuşmamı bekledi. Ben ise bir anda ne diyeceğimi şaşırdım. Onu çağırmıştım ama karman çorman olan kafamda ne diyeceğimi toparlamamıştım. Sonunda ağzımı açtığımda;

"Başkalarının yanında bana öyle bakma!"

"Nasıl?"

"Öyle işte. Şeymiş gibi! Hatta... Hatta sen bana hiç bakma. O pis gözlerin üzerime değmesin. Ne benim ne de arkadaşlarımın. Ben bu sabah olanları unutacağım ve sen de bize bir daha bulaşmayacaksın. Benden de uzak duracaksın." Bence gayet mantıklı bir anlaşmaydı ama bu anlaşma onu sinirlendirmiş gibi görünüyordu.

"Benimle bu seviyede konuşabilen tek kişi olduğunu biliyor muydun?"

"Seviye mı?"

"Aynen öyle. Seviye. Sırf hoşuma gidiyosun diye şuan bu dediklerini görmezden geleceğim. Ve sen de bir daha benimle konuşurken kelimelerine dikkat edeceksin. Haddini bileceksin."

Azat'ın bir lafı vardı. Canını sıkanın canını yaktığı ile ilgili... Ve az önce dediklerim onun canını sıkmıştı. Ama onun da bilmediği bir şey vardı ki bana haddimi öğreterek canımı yakamazdı. Çünkü sabah öğrendiklerimden sonra işler değişmişti. Ben ona değil o bana muhtaçtı.

"Demek haddimi bilicem?" Bir kaç adım yaklaşarak tam dibine girdiğimde gözleri ile beni takip ediyordu.

"Öyle." Çoktan bana kapılmış, sessizce mırıldanırken bir anda elimi kaldırıp yüzüne okkalı bir tokat geçirdim. Kafası sağa doğru düşerken neye uğradığını şaşırmış gibiydi. Şaşkınlığı geçtiğinde kafasını ve gözlerini kaldırıp sinirle bana bakmaya başladı.

"Ben haddimi bilmiyormuşum canım ya. Neyse ki sorun değil. Öyle birşeyi bilmeye ihtiyacım yok çünkü." Lafımı bitirir bitirmez yanından ayrılıp okula doğru yürürken o ise hâlâ arkamdan bana bakıyordu.

Bakardı. Bu saatten sonra anca bakardı zaten...

_________________________________

Çok güzel bölümdü ya.

ŞEYTAN DÖRTLÜ-GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin