"Bize yemek verebilir misiniz?"Adam kaşlarını çatarak karşısındaki ikiliye baktı.
"Bu kıtlıkta size neden yemek vereyim? " dediğinde Lidena yeni vardıkları köye gelişi güzel bir bakış attı. Kendisi zaten az yediği için sıkıntı yoktu ama Eris giderek güçsüz düşüyordu. Onu yanında taşıması gerekiyorsa bir müddet dinlendirmeli ve yemek yedirmeliydi.
"İhtiyacınız olan bir şey var mı? " dediğinde adam elini yarılmış kaşına attı ve kaşıdı.
"Köyde ihtiyacımız olan tek şey, bal için, saldırıp duran vahşi bir lorganın öldürülmesi. " diyerek ormana doğru baktı.
Lidena, adamın baktığı ormana baktı ve kafasını salladı.
"Arkadaşıma bir yer ve biraz yemek verin." diyerek çantasını çıkardı ve Eris'e verdi.
"Tek başına vahşi bir hayvanı öldüremezsin Lidena." dediğinde genç kız çoktan kılıcını çekmişti.
"Sen git yemek ye ve biraz dinlen. " dedikten sonra arkasını döndü ve ormana doğru ilerledi. Ne kadar vahşi olursa olsun, hiçbir yaratık insan kadar tehlikeli değildir.
Ağır adımlar ile ormana girip de gözden kaybolduğunda adam dönüp Eris'e baktı.
"Hayvanı senin avlayacağını sanıyordum." dediğinde Eris elindeki çanta ile öylece dikildi. Ne diyeceğini bilemedi. Babasının altında duran küçük bir çocuk gibi hissetti ama Lidena erkek bile değildi.
"O... " diyebildi. "...güçlü bir kız."
Adam alay eder gibi güldükten sonra Eris'i köye kadar geçirmiş, köhne bir yerde, küçük bir o da ve bir kap yemek vermişti. Eris gergince yemeği yerken düşünmeden edemedi. Neden eğitimhaneden kaçmıştı ki? Yatacakları düzgün bir yerleri, yiyecekleri güzel yemekleri yoktu.
Eris kendi içinde kendini yerken Lidena ormanı karış karış geziyordu. Ayakları zemine o kadar narin temas ediyordu ki çıt çıkmıyordu. Ormanı ağır ağır gezdi. Hayvan bulamadı. Elini kınına attı ve biraz daha ilerledi. Sessiz birkaç adımın ardından birinin sesini duydu.
"Bir saat sonra hayvanı kırbaçlayın." dedi bir kadın.
"Emredersiniz hanımım! " Genç bir adamın sesini duydu ve o tarafa doğru yöneldi. Demek ki hayvanı ondan önce yakalayan birileri vardı.
"Şerbeti ağzına bolca sürün bu sefer." dediğinde Lidena anlam veremedi. Vahşi bir hayvana neden şerbet sürsünler ki?
Genç kız sessiz ve atikçe ağaca tırmandı ve küçük mağara çevresindeki insanlara baktı. Birkaç adam mağaranın önüne birkaç kazan bırakmıştı. Üzerinde kırmızı bir palto ile duran kadın ise dikkatle onları ve yaptığı işi izliyordu.
"Siz ikiniz kırbaçlayın. "
İki adam hızlıca mağaraya girdi ve birkaç dakika sonra bir hayvanın acı çığlıkları doldu kulağına. Lidena ağaç dalında otururken sırtını gövdesine yasladı ve amaçladıkları şeyin ne olduğunu düşünmeye başladı. Tüm ilgisi bu iken üzerinde garip bir baskı hissetti. Bu baskı kafasını kaldırıp etrafa bakınmasına sebep oldu.
Koyu lacivert giyinmiş, tüm vücudunu sarmış bir savaşçı karşısındaki ağaçtan kendisine bakıyordu. Anlaşılan o da kendisi gibi saklanıyordu. Ancak o sanki onları değil kendisini izlemeye gelmişti. Çünkü simsiyah gözlerini gözlerine dikmiş, tüm dikkati ile, kendisine bakıyordu.
Düşman ya da dost. Hakkında en ufak fikri yoktu. Vucüdunda görebildiği tek şey siyah gözleriydi. Yüzündeki maske her şeyi gizemli bir hale getiriyordu. Lidena bir müddet daha onu izlediği sıra aşağıdan gelen gürültü ile eğilip aşağıya baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lidena
FantasyEski Veliaht Guan'ın kızı olan Lidena, babasını öldürmüş olan amcası Zeord tarafından sürgünden çağırılır. Ancak İmparator Zeord'un oğlu veliaht Gablin savaşta ölmüştür. Tahta geçebilecek herhangi bir veliaht yoktur. Zeord, Lidena'yı da savaşa gönde...