"Diyar... Eğer acele etmezsen okula geç kalacaksın ve ben bu kez çok kızacağım ama..." Gülçiçek bir yandan kızına seslenmelerini sürdürürken, bir yandan da sesindeki otoritenin tam tersi olan yüzündeki gülümsemesiyle oturduğu mutfak masasından kalkıp salona geçerek çantasını aldı. "Hadi kızım acele et biraz. Sabahtan beri oyalanıp duruyorsun. Ben de geç kalıyorum senin yüzünden. Bak duruşmam var birazdan..."
"Tamam anne, hemen geliyorum."
Kızının seslenmesine karşın başını esefle iki yana salarken, geceden sehpanın üzerinde kalan dosyalarını da alarak çantasına koydu sakince. Peşi sıra saatine baktı göz ucuyla. Henüz daha vakti olduğunu görerek pencereye doğru ilerleyip araladığı tülün ardından sokağa baktı. Gözleri daldı uzaklara, keskin bir ifade belirdi yüzünde. Gözlerini açıp kapayarak ellerini göğsünde birleştirdi ve geri dönüp Diyar'ın odasına doğru yöneldi hızlıca. Önünde durup "Hazır mısın?" diye seslendiği kapının yavaşça aralanmasıyla bir adım geriye çekildi.
Küçük kızı odasından yüzünde kocaman bir gülümsemeyle çıktığında yüzü aydınlandı, o keskin ifadesi kırıldı. "Hazırım, gidebiliriz," diye cıvıldayan kızına sevgiyle baktı.
"Öyle mi küçük hanım? Hadi o zaman çantanı al ve çıkalım artık," diyerek eğilip yanağından öptüğü kızını bindirdiği okul servisi gözden kaybolana kadar izledikten sonra eve geri girdi.
Üç yaşına kadar görmediği kızıyla aralarında kurdukları ilişki onu gülümseten tek şeydi hayatta. Çantasını açarak içinden çıkardığı bir tüpten aldığı ilacı içmek için mutfağa ilerledi. Hep bu mevsimlerde nüks ediyordu. İçindeki ağırlık gitgide büyüyor, bazı zamanlar nefesini tıkıyor, deli gibi çırpınma ihtiyacı duyuyordu. Hiç aksatmadan katıldığı terapileri de bu zamanlarda işe yaramıyordu. Geceleri ter içinde uyanıyor, geri yatıyor, yeniden uyandığında yatağından başka bir yerde buluyordu kendini. Aradaki zamanda ne yaptığını hatırlamıyordu üstelik. Çoğu zaman merdivenlerin önünde aralıyordu gözlerini donmuş vaziyette. Terapisti buna "Kayıp zaman anksiyetesi," diyordu. Bu yüzden evinin kapısında sayamadığı kadar çok kilit vardı. Bu yüzden geceleri evin tüm ışıkları yanıyordu. Karanlığı sevmiyordu. Karanlık tüm kötü şeylerin sembolü gibi üzerine çöktüğünde nefes alamıyordu. Uyurken bile evin içi gündüz gibi aydınlık olmalıydı. Bu yüzden de gelişebilecek herhangi bir elektrik kesintisi için bile eve jeneratör taktırmıştı. Eğer olur da bir kesinti yaşanılırsa, jeneratör otuz saniye içerisinde devreye giriyor ve karanlıktan kurtuluyordu ama o otuz saniye Gülçiçek'e geçmek bilmiyordu. Derin derin nefesler alarak saymaya başlıyordu. 1, 2, 3, 4, 5...
Gülçiçek ya kendini nadasa bırakacaktı ya da yorgunluktan bayılana kadar bir şeylerle uğraşıp çalışacaktı. Başka yolu yoktu ve o bunca zaman ikisini de yapmıştı farkında olmadan...
"Kayıp zamanlar..." diye fısıldadı olduğu yerde ama yaşamında kaç kayıp zaman olduğunu hatırlamak bile istemiyordu. Kızı ve işi dışında kimsenin yanında fazla konuşmuyor, gülmüyordu. Hatta sadece Diyar onun yüzünü güldürebiliyordu. Kızını düşleyişiyle "Diyar..." diye fısıldadı bu kez. Onu doğurduğunu bile hatırlayamadığı, kayıp ve yitik üç yıl... Deliliğin eşiğinde dolaşıp durduğu, ölüm dilendiği üç yıl... Ona o günleri hatırlatan her şeyi reddettiği üç yıl... Bir sabah banyoda, karnında, göbeğinin hemen altındaki ince çizgiyi gördüğünde anlam verememiş, çok da üstünde durmamıştı bunun. Vücudunda o kadar çok yara izi vardı ki bunun da onlardan biri olduğunu beyni kabullenivermişti hemen...
Diyar... Diyar hayatına girmeden birkaç gün önce, doktorları bir terapi seansında açıklamışlardı o kırmızı çizgiye neden olan şeyi. O an vücudunun, o çizginin başlayıp bittiği yerden ikiye ayrıldığını hissetmişti. O kırmızı çizgi bir avuç ateş dökülmüş gibi yakmıştı tenini. Sonra Diyar gelmişti ablasının kucağında. Üzerinde minik, çiçekli basma bir elbiseyle. İncecik telleri olan saçlarının uçlarındaki bebeksi buklelerini sallamıştı huzursuzca. Biraz sızlanmış, bir dakika sonra ise gülücükler atmaya başlamıştı. Ona ilk bakışı nefret doluydu Gülçiçek'in ama bebek Diyar umursamamıştı bile bunu. Ta ki çığlık çığlığa bağırıp onu kendinden uzak tutmalarını söyleyene kadar. İşte o zaman çığlıkları birbirine karışmış, ikisi de farklı korkular ve duygularla ilk kez çığlıklarını paylaşmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırlangıç Fırtınası
Non-FictionToprak çatlamıştı çığlıklarıyla. Gökyüzü, ay ve simsiyah gece şahit olmuştu ölümünün ilk günlerine. Babasını düşünmüştü en son, ona anlattığı o kırlangıç masalını. "Kırlangıçların ömrü altı ay sürer, " diyen sesi dolaşmıştı beyninde. Tam da kırlangı...