Sedu 11. Bölüm

2.3K 157 42
                                    

Kahkahamı bastırmak için elimle ağzımı kapattım ama yine de tutamıyordum kendimi. Sesini duymasam, karşımdaki adamın Yiğit olabileceği hiç mi hiç aklıma gelmezdi. Okyanus gözlü ve gamzeli yakışıklı gitmiş, yerine kocaman gözlüklü ve kalın kaşlı, bir de dudağının üzerinde komik bir beni olan dağınık saçlı bir adam gelmişti. Çınar Yekpare, bir de beyaz önlüğünü giyse aynı şu çılgın bilim adamları gibi görünecekti. Gerçi bizim de vermeye çalıştığımız imaj buydu, çılgın bilim insanı.

Yiğit benim kendimi tuttuğumu görünce, "Şimdi gül ama oraya gidince sakın işi bozma." demişti.

İçimden, "Emriniz olur beyefendi." diye geçirirken yüzüne, "Tamam, hadi gidelim." demiştim.

Ama merdivenin başına gelince kendimi tutamayıp koyverdim kahkahayı. Yiğit, benim gülmemi bekliyormuşçasına, ben gülmeye başlayınca bana eşlik etti. Birlikte merdivenleri inerken hala gülmeye devam ediyorduk. Bir kaç dakika sonra Yiğit yeniden eski ciddiyetine bürünüp oraya gidiş amacımızı hatırlatmıştı bana. Bu geceki kalabalık davette, bu işin başındaki adamlara kendimizi sevdirip, bir sonraki davet için davetiye çıkartacaktık kendimize. Zaten söylediğine göre asıl önemli olan da ikinci davetmiş. Bu geceki konuklar arasından kendilerine en uygun insanları diğer davete çağırıp, "Perfman" isimli robottan bahsedeceklermiş. Bitimine son bir adım kalan bu robotu, en çabuk haliyle tamamlamaya çalışacaklarmış. Daha sonra insanların IQ seviyesini otomatik olarak ölçen bu robotlar, IQ'su 150 den az olan kesimi öldürecek, çok olan kısmın ise beynini yıkayacakmış. Geriye sadece kendileri gibi yüksek zekalı insanlar kalacakmış ve Perfmanlar onlara hizmet edecekmiş. Yani öyle de, böyle de dünyada sadece kendileri yaşayacakmış.

Adamların ütopyalarını Yiğit'ten yeniden dinlerken, hayal güçlerinin ne kadar fazla olduğunu düşünüyordum. Bu adamlar da çocuk olmuştu, bu adamlar da istediği olmayınca ağlamıştı. Şimdi kalkıp bu insanların dünyayı ele geçirmeye çalışma düşüncesini duyunca bir gülme gelmişti. Kendimi tutamayıp kıkırdadığım zaman Yiğit üzerine alınıp, "O kadar da değilimdir herhalde." demişti.

Ona dönerek, "Yok yanlış anladın, sana gülmedim aklıma bir şey geldi. Düşünüyorum da biz şimdi oraya gidiyoruz falan ama hiç korkmuyor musun, yani seni tanırlarsa diye?" dedim.

"Beni tanımalarına ihtimal bile vermiyorum." diyen Yiğit, komik görünümüyle bana göz kırptı.

"Sen öyle diyorsan... Bir de şey, bu adamlar kendilerinden olmayanları öldürecek falan ya, insanlar bunu bile bile mi ölüme gidiyor?"

"Yok sen olayı yanlış anlamışsın, bizim dışımızda kimse onların kötü emellerini bilmiyor. Bugün için sadece zeki insanlar ve eşlerinin katıldığı sıradan bir yemeğe gittiklerini düşünüyorlar."

"Şimdi anladım... Sizin kaçtığınız bu adamlar, kendilerine düşman edinmeden dostlarını seçecekler. Tabii kimse de bunun farkında olmayacak."

"Öyle de diyebiliriz. Soracak başka sorun yoksa bir an önce yolculuğa başlayalım istersen?"

Ben sorular sorup dururken arabaya kadar geldiğimizi farketmemiştim. Yiğit'i başımla onaylayıp, açtığı kapıdan arka koltuğa oturdum. Johnson ise bizi beklemekten sıkılmış gibi görünüyordu. En azından aklından geçen cümle, "Nihayet gelebildiler." olmuştu.

Ben arka koltuğa oturduktan hemen sonra Yiğit'te benim yanıma yerleşmişti. Johnson arabayı çalıştırır çalıştırmaz anlamsızca bir heyecan kaplamıştı bedenimi. Bu da neyin nesiydi ki şimdi? Başımı Yiğit'e çevirince onun pencereden dışarıyı izlediğini gördüm. Acaba bu anlamsız heyecanımın nedeni Yiğit miydi? Ama neden benim duygularıma hükmedip heyecanlanmamı sağlasın ki? Akla yatkın bir neden ararken elimin, Yiğit'in elinin üzerinde olduğunu farkettim. Anlaşılan hormonlarım benden önce tepki vermiş, birazcık adrenalin salgılamıştı. Yiğit farketmeden elimi hemen çekerek kollarımı göğsümde kavuşturdum ve uslu bir kız gibi oturup yolu izlemeye başladım.

Seni Duyuyorum!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin