-26.Bölüm- "EZAN"

3.6K 1.3K 88
                                    

(...)

"Abii!" diyerek büyük bir heyecanla konuştu Sami. O heyecanın içinde neler yoktu ki... Korku, endişe, merak...

Selim dikkatle bana bakarken Sami oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi. Cevap vermediğim için olsa gerek, elini sırtıma dokundurup "Abiim iyi misin? Bir şeyin yok ya?" diyerek içindeki soru yığınlarından sadece iki tanesini ağzından çıkarmıştı. İçimi sımsıcak eden "Abimm!" deyişine takılı kalmıştım doğrusu. Gözlerimi ondan alıp ayak uçlarıma çevirdim. Yorgundum, bitkindim, ayağımdaki çorap kadar eskiydim. Ölümden korkarak seçtiğim yolda birini ölümden kurtarmıştım. Hatta, o biri sayesinde ölmemiştim. Bir dakika ya... Ödeşmiş miydik şimdi biz? Ama önümde koca bir kapı daha da vardı. İnsan kendini öldürebilirdi. Öyle ki ölümünün engellenmesi için bazen insanlığın bile faydası olmayabilirdi. İşte tam da bahsettiğim büyük kapı buydu. Koca kapı, ne çektim be senden? Daha varmadan, yolunda bitkin düştük iyi mi? Ya varınca? Bir de o kapıdan geçince? Bir tımarhane şart olmuştu. Ye, iç, yat! Tedavi de vardı tabi. Şu an ki halim ise ye iç yattan da öte. Tedavisi ise henüz bulunmadı. Yok işte! Kurtulamıyorum şu iç çekip "Off!" deme durumundan. Bir şeyler eksik gibi. Onca sıkıntının içinde koca bir el beni çekse kurtulacakmışım gibi... Ama yok işte! Bir de Mısra'nın sorunlarından ziyade şu soruları var tabi...

"Bir şeyim yok Sami."

O kadar sıkılgan çıkmıştı ki sesim, kendimden bile soğumuştum. Halbuki "Abim!" hitabına hala içimde yanan bir ateş vardı. Sımsıcak olduğum bir ateş...

"Çok şükür..." diye mırıldandı.

"İntihara kalkışmadım."

Sami biraz daha yüksek sesle "Buna daha da şükür!" dedi ve biraz gülümsemesini işittim.

O an da başım eğikken yerde olan gözlerim Selim'e çevrildi. Sami'nin bu haykırışına karşın gözlerini kapatmış, dudaklarını hafif aralayıp "Ohh!" dercesine nefesini verdi. Bu duruma gülmeden edemedim.

"Korktunuz mu lan?"

Önce şok yaşadılar tabi. Sonra salonu kahkahalarımız doldurdu. İyiki varlardı. Onlar olmasaydı şu an ki halim nice olurdu? Biraz sonra ciddileşince Selim konuşmaya başladı.

"Kardeşim, soru cevap olarak ilerleyelim mi?"

Her ne kadar "Bence biz yataklarımıza doğru ilerleyim. " demek istesem de onay olarak, başımı salladım. Ne kadar yorgunum, gerisini sen düşün.

"Bir proje var, elinden geleni yapmışsın. Geceni gündüzüne katıp çok güzel bir maket çıkarmışsın ortaya... Sonra adamın biri geliyor, bilerek bu maketini bozuyor. Ne yaparsın?"

Şimdi bir proje var ve ben bunu... Aamaan... Olayla soruyu bağdaştırmak yerine akışına bırakmak en iyisiydi.

"Kızarız galiba. Yani kasıtlı bir şekilde emeğimize zarar verme gibi bir hakkı yok."

Sami elini yumruk yapıp yüzünü buruşturarak konuştu. "O kimdur daa, gecemu günduzuma kattuğum emeğumu ziyan edeyur!" Elimi omzuna atıp biraz kendime çektim.

"Kendine gel adamım! Daha yeni dayak yedin!" Bu duruma üçümüz de gülerken tekrar ciddiyetle konuştu Selim.

"Peki abi. Sen baba oldun ve çocuğun seni dinlemeyip sigara içiyor, ne bileyim yapma dediklerini yapıyor, gitme dediğin yerlere gidiyor. Kaç kere uyarmana rağmen... Çocuğun dahi olsa, tavrın nasıl olur?"

Çocuğum... Ben baba olsam... Bunlar kulağa nasıl da güzel geliyordu böyle. Abartma Stef! Olmayacak şeyler... Hadi oldu da, oldu! Öyle şey mi olurmuş! Kötü yerlere gitmesine nasıl müsaade ederim? "Olmaz öyle şey!" diye iç sesimin verdiği gazla konuşmam üzere kolunu omzuma atan Sami, beni kendine biraz çekerek "Kendine gel adamım! Daha evlenmedin bile!" diyerek kahkahasını ortaya koymuştu. Bu çocukla baş edilmezdi. Biz de gülerken Selim yeniden devam eti.

Rabbini Kalbinde HissetDonde viven las historias. Descúbrelo ahora