16. Bölüm İlk Kurşun

72.5K 3.2K 256
                                    

Harika bir multimedya ve değişik bir bölüm. Değişik bölüme klasik olan sade Türk kahvelerimiz eşlik edecek. Kahvelerimizi alalım ve bölümü okumaya geçelim.

Kahve multimedya ve #esaret 16. bölüm sizlerle. Buyrun efenim bölüm sizlerin. Yorumlarınızı ve önerilerinizi bekliyorum. İyi keyifli okumalar 🐞💜☕️

Anlamayan boş gözler, ifadesiz gözlere takıldı kaldı. Yan tarafa geç? Söyleyen bu adam mıydı? İyi de neden? Niye ve niçin... Gözleri, kırpmadan baktığı için acırken dalgın gözlerini kapatıp açtı. Omuzlarına dünyanın ağırlığı çökmüş gibiydi. Konuşmaya da mecali yoktu. Başını yere eğip yan tarafa geçti. Ağır adımlarını zoraki atarken sanki saatler sürmüştü diğer tarafa geçmesi. Kapıyı açıp koltuğa oturduğunda tüm vücudunun pelte gibi olduğunu hissetti. Eli emniyet kemerine zorla uzanırken takatsizce taktı. Başını yan tarafa çevirip camdan dışarı bakmaya başladı.

Araba hızla gidiyordu ama tekerleri sanki geriye gidiyordu. Takatsiz başını cama dayarken Seza'nın telefonda konuştukları kulaklarında çınlıyordu. Zaten söylediği sadece bir kaç cümleden ibaretti. Ne olursa olsun dünyaya gelmesine sebep babasıydı. Kötü de olsa iyi de olsa babasıydı ve bu gerçeği hiçbir şey değiştirmez, değiştiremezdi.

"Hangi hastaneye gidiyoruz!?"

Duyduğu sese tepki dahi veremiyordu. Ne hastanesi? Gidiyoruz? Başını camdan ayırmadan yüzünü yavaşça çevirdi. Buz bakışlarını bu kez yola savuran bir adam vardı yanında. Alıştığı ama her seferinde şaşırdığı... Gözlerini yoldan ayırmadan sorduğu soruyu algılamaya çalıştı. Sesi çok yabancıydı konuşurken.

"Kapadokya hastanesi."

Cevabını verip kırpmadan baktığı gözleriyle hala direksiyonda olan adama bakıyordu. Gözleri arada ağırlaşıp kapanmaya başladı ama zoraki açmaya çalışıyordu. Yapabildiğince...

Gözlerini açık tutmayı başardığında soğuk alevlerle buluştu. Bu kez irkilmedi. Üzülmedi, korkmadı. Çünkü bu kez kendisi cansız bir manken gibi bakıyordu. Kendi deyimiyle heykel gibi. Karşısındaki adamın ilk kez merakla kendine baktığını gördü. Çok sürmeyen bir kaç saniyelik bakışlar hemen yolu bulmuştu. Halsizce gözlerini kapatıp açarken çalan telefonu alıp baktı. Endişe sararken tüm vücudunu, dışına yansıtamıyordu. Telefonu açıp korkuyla kulağına tuttu.

"Seza."

"............."

"Yoldayım."

".................."

"Yoğun bakım mı? Tamam."

Hande telefonu kapatıp başını tekrar cama dayadı. Ağlasaydı rahatlardı. Ağlasaydı bu halinden kurtulurdu. İnsan böyle durumlarda yaradana sığınır, sonra yanında olan sevdiğinden destek alırdı. Ona sımsıkı sarılır; acısı geçmese de yalnız olmadığını bilmek güç verirdi. Onun sevgisi ayakta durmasını sağlardı ama yoktu işte. Şu an o kadar güçsüzdü ki. Yaradana sığınmıştı ama birine, sevdiği birine sığınmaya o kadar ihtiyacı vardı ki. Öyle olmayınca koskoca bir boşluktaydı.

Daldığı yeri görmeye başlayınca gözlerini kapatıp açtı. O adam tüm ciddiyetiyle araba kullanıyordu. Sonra soğuk bakışları gözlerini bulduğunda tepkisiz baktı. Niye bakıyordu? Bu kez bakışları öfke, ateş saçmıyordu ama her zamanki gibi soğuk ve boştu. Bu kez o bakışları kendini etkilemiyordu. En başta korkmuyordu. Sonra aynısıyla karşılık veremiyordu.

Soğuk gözler tekrar yolu bulunca kendisi hala aynı şekilde bakıyordu. Bu adamın neden yanında olduğunu çözecek dermanı da yoktu. Başını yavaşça çevirip dışarı baktığında kalbi huzursuzca çarpmaya başladı. Çünkü hastaneye yaklaşmışlardı. Kötü de olsa babasıydı. Kendine zarar verse de babasıydı. En korktuğu "başınız sağolsun" sözünü duymaktı. Düşüncesi bile kalbindeki ızdırabın artmasına sebep olurken nefesi hızlanmaya başladı. Sesli nefesleri kesik, ağlamadan, hıçkırık halini alırken arabanın durmasıyla yutkundu. Hastane binasına baktı. Şimdi babası burada mı yatıyordu? Yıkıldığını hissedip koltuğa iyice yaslandı.

ESARET  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin