•giriş•

25.2K 1.1K 244
                                    

Öğleden sonra saat ikiydi. Hafif rüzgarlı bir bahar günü, Seul'deki tüm ağaçlar yapraklarını yavaşça ve narin hareketlerle dökmeye başlarken, insanlar dışarıda hayatlarını yaşıyordu.

Mesela birileri, başka birileriyle tanışıyor, birileri aşık oluyor, birileri ağlıyor, birileri kahkaha atıyor ve birileri pişmanlık duyuyordu. Belki birileri hayal kuruyordu. Birileri yaşamı sorguluyordu.

Bense, hayatımın en büyük ve olağan ama aslında en ilginç girişimi olan kitap okuma eyleminde bulunuyordum.

Kütüphanenin tam ortasındaki masanın sağdan ikinci sandalyesine belimi dikleştirerek oturmuş, önümdeki İhanet'i okuyor ve çoğunlukla yazının edebi kısmıyla değil ana karakteri ne kadar kıskandığımla ilgileniyordum.

Gece Evi Serisi'nin ikinci kitabı olan İhanet'in yetmiş sekizinci sayfasına geldiğimde, hala Zoey'nin cidden acayip şanslı olduğunu düşünüyordum. Etrafında bir sürü erkek vardı ve daima odak noktası kendisi oluyordu.

"Sunya!"

Duyduğum sesle kafamı kaldırıp, kütüphanenin giriş kapısına baktım.

Girişteki görevli kadın, beni çağıran Yooseul'a ters bir bakış atıp, işaret parmağını dudaklarına bastırdı.

"Şşş."

Bu sesi çıkartmaya çalışırken biraz tükürdü ve gömleğinin ucuyla masaya sıçrayan damlaları sildi.

Asıl adım Na Ri olmasına rağmen, etrafımdaki herkes bana bu tuhaf isimle hitap eder, Sunya diye seslenirdi.

Bu lakap olayı, hiç de havalı olmayan bir hikayeye bağlanıyor aslında.

Henüz, dokuz yaşındayken, oturuduğumuz mahalleye ülkenin sayılı dahilerinden olan bir çocuk -benden iki yaş büyüktü ve adı Minjae'ydi- taşınmıştı. Beş dil biliyor ve her şeyi herkesten daha hızlı öğreniyordu. Matematik turnuvalarında yedi madalya almış, iki kere zeka yarışmasında birinci olmuştu.

Aynı okula gittiğimizden, ailelerimiz aynı servislerle okula gitmemiz gerektiğine karar vermişti. Bu nedenle neredeyse tüm günümü onunla geçirmeye başlamıştım.

Pek iyi anlaştığımız söylenemezdi ve ikimiz de pek konuşkan insanlar değildik. Yine de, birbirimizi sever,hatta çoğu zaman korurduk.

Bir yıl kadar sonra, Amerika'daki bir üniversiteye kabul edildiğinden, taşınmak zorunda kaldılar. Minjae ilk defa, ülkeden ayrılacağı o gün bana sarıldı ve tüm okul onunla vedalaşırken kalabalığa döndü.

"Ona iyi bakın!"

Daha sonra bana gülümsedi. Okuldaki kimseyle konuşmayan o popüler üstünzekalı çocuk, benimle herkesin içinde ilgilenince elbette dikkat çekmiştim. Aynı sınıfı paylaştığım, buna rağmen adımı dahi bilmeyen arkadaşlarım, şaşkınlıkla beni izliyordu.

"Görüşürüz, Sunya." dedi Minjae.

Benimle beraber tüm okul bunu duydu. Sunya'nın anlamını, ne demek olduğunu ya da hangi amaçla kullanıldığını bile bilmeyen insanlar bana böyle seslenmeye başlamıştı.

Üzerime yapışan bir lakap olduğundan, ufak çaplı bir araştırma yapmıştım.

Sunya, Hintçe'de yok olan bir şeyi anlatmaya yarayan kelimeydi. Boşu simgeliyordu. Diğer bir anlamıyla, sıfırdı.

Minjae, arkadaş olduğumuz dönemde bana daima "etkisiz eleman" olduğumu söyler,sessizliğimin nedenini sorardı. Bana Sunya derken, kastetmek istediği şeyin sıfır olduğunu anlamam uzun sürmemişti.

Belki hoş değildi, hatta ilk başlarda bunun bir hakaret olduğunu düşünmeye başlamıştım. Ara sıra üzüldüğüm de olmuştu. Ama yine de bir yandan bana eğer gücümü kullanırsam, her şeyi yok edebileceğimi de söylemiş oluyordu.

Amacı o olmasa bile.

sunya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin