Saklambaç

575 182 51
                                    

       " Çocukken en sevdiğiniz oyun ne idi ?"

       "Saklambaç... " diye cevaplarken , sanki bu güne kadar geçirdiğim her gün, bir lokma; 'büyümek' ise boğazımda yutkunamadığım bir büyüklüktü.

       Diğer oyunlar da hakkını veriyordu lakin, sen saklandığın delikte iken, birisinin senin için köşe bucak aranışları bizi oluşturan huzur çarklarının seslerini anımsatıyordu.

       Bulduktan sonra birbirine sarılan ayak sesleri ise çarkları sevgiyle tutan çocukluk...

       Sokağımızın başından, sonuna kadar olan küçük dünyamızın çevremiz tarafından belirlendiğinin farkına vardığımızda ise kendimizi asıl oyunun içinde tutsak buluyorduk.

       Git gide kısıtlanan kelimelerimiz, hor görülen düşüncelerimiz, hevesimizin yadırganması ile kötürüm kalan çocukluk düşlerimiz...

       Işıktan yavaş sesten hızlı adımlarımızla ilerlerken, sistemin ailemizle el ele tutuşup bizi sobelemesi ne gariptir.

      Okuldan erken çıkmıştık. Eve vardığımda, evdekilere sürpriz yapmak için kedi adımlarımla salona doğru ilerliyordum. Birden salondaki kasvetli konuşmaya kulak kesildim. 

      " Birsan' a bunu nasıl söyleyeceğiz? " diyordu. Neyi? diye sorgulamama kalmadan,

      "İki gün sonra taşınacağımızı artık öğrenmeli !" 

       Ne ! dememe kalmadan , suyun üzerinden geçen sineğe dil uzatmak isterken sudan sıçrayan küçük kurbağalar gibi düştüm önlerine ve gittiğimiz yerin uzaklığını öğrenmemle düştüğüm halı yuvam olmuştu.

      Evim, okulum, arkadaşlarım, ilk aşkım... kalan iki günümde yanımda götürebileceğim tüm tebessümlerimi topladım. 

      Taşındık. Aylar geçti. Eksilen telefonlar, mektuplar... hüzün adını alıp, bir bir yüreğime oturuyor gibiydi.

      Kış günlerinin kimsesizliğine eklenen yüreğim unutulmaya daha fazla direnemedi. 

      Geniş koyu lacivert bir çarşaf buldum ve aşırabildiğim her beyaz düğmeyi üzerine diktim. Ve kar taneleri yere varmak için zamanla dans ederken, ben okuldan sonra kaçmak için zamanın geçip gitmesini bekliyordum. 

       Ve vakit geldi. Akşam karanlığı ağır ağır caddelere sinerken, ben yeterince uzak olduğumu düşündüğüm bir yerde, karların üzerine serdiğim gökyüzüme sarılıyordum.

       Büyümek üşümek midir ? Hislerinizin, tepkilerinizin gitgide soğuduğu... 

       İçimizdeki çarklar donup kırılıyor mu ? Düştüğüm durumdan nefret edip gökyüzüme sarıldığım her an masumiyet ruhumdan törpüleniyor muydu? 

      Sadece yıldızlar, yıldızlarım ve ben vardım. Vücudumun parçaları da beni bir bir bırakıp gidiyor gibiydi. Ellerim, ayaklarım sanki mutluluğa benden önce varmış gibi.

      Kafka demiş ki " Ailenizin ya da toplumun biçtiği rolü oynamak zorundasınız. Aksi halde dışlanmanız o kadar kolay ve çabuk olur ki, silinip gitmeniz mutluluk verir."

      Siliniyordum, her nefesimde adım adım... Gözlerimi yummadan önce son düşündüğüm ise 

      "Bu kez ya iyi saklandım ya da Kafka haklıydı."

       Oysa bu kez iyi saklanmıştım. 

        Sistemin zincirlerinin zayıf noktasını o gün keşfettim. İnsanların basit bir konuşmada kelimelerinin arkasına saklandıklarında karanlıklarının bulundukları küçük kutulardan kaynaklandığını ise çok sonra...



      


HAYAT...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin