2.47

2.1K 157 5
                                    

                  

Attığım her adımda ayaklarımın altındaki toprak değiştiği gibi yaşım ilerledikçe sahip olduğum özellikler, hayata karşı direncim değişiyordu. Kimi zaman harap olmuş bozkır oluyor, kimi zaman susuzlukla kavrulan çöl oluyordum ancak en sonunda karmakarışık bir ormandım. Kışın kurağına dayanan sert yapraklarım örtü gibi yaprağı dökülmüş narin dalları sarmalıyor, yaza emanet duygularla uykusunda beşiğini sallıyordu.

İnişler, çıkılar... Aslında hiç olmadığı kadar gerçek... Kafamı kaldırdığımda adımlanacak basamaklar gözümde büyüyor, inmek için arkamı döndüğümde ise bu kat ettiğim yol bende pişmanlık uyandırarak bir adım daha yukarı atmamı sağlıyordu. Gözlerim kelimelerin üzerinde gezerken o vurguyu ve tonlamayı yakalamaya çalışıyordum. Pes etmek daha kolay geliyordu, bu birçok başarısız insanın bahanesiydi. Çok zor, diyerek kenara çekilmek... Tıpkı şu an olduğu olduğu gibi kendime güvensizlik ederek bırakmak istiyor olmam aslında benim başarımın birer parçasıydı. Özgüvensizliğimi bir kenara bırakıp Başarısızlığı göze almalıydım, işin sırrı buydu. Başarısızlığa göğüs gerip düştüğüm yerden yine aynı hislere tutunarak kalkmak, yürümek ve yeri geldiğinde koşmak gerekti.

Giyim mağazasının önünde durduğumuzda başımı kağıtlardan kaldırdım. Pahalı markaların mağazalarından biri değil de Yorkshire çapında ün yapmış bir butikti. Ted'e teşekkür ederek arabadan indim.

"Bu arada," diyerek açık kapıdan başımı eğdim "Eşyalarımı toplayıp yeni bir eve çıkacağım," dedim.

"Neden?" diye sordu gücenmiş gibi görünerek.

Dudaklarımı büzdüm "Brandon, beni seninle vurmaktan büyük haz duyuyor. Tekrar sana bir uyarı yapmasını istemiyorum," dedim.

"Piç," dedi dudakları yukarı doğru kıvrılırken "Hafta sonları Chelsea ile görüşmek istiyorum," dedi.

Güldüm "Tamam," dedim ve doğrulup kapıyı kapattım.

Katlanmış kağıdı parmaklarımın arasında gezdirirken büyük vitrinine baktım. Ortada gelinliği andıran beyaz, eteklerinin altı mürdüm rengi bir elbise vardı. Onun iki yanında yere oturarak konumlandırılmış, bol işlemeli bir gecelik, diğer tarafında ise üst kısmı dar, etekleri bol siyah bir elbise vardı. Açık, tabelasının asılı olduğu kapıyı omzumla ittiğimde kapının üzerindeki zil çınladı. Koyu renk ahşaplara adım attığım sırada yeni kumaş ve leylak kokusunun harmanlanması ciğerlerime doldu. Attığım her adımda ayaklarımın altındaki parkeler gıcırdarken etrafıma bakındım. Raflar rengarenk ve çeşit çeşit kumaşla doluydu. Neredeyse boş odada birer muhafız gibi özel tasarım ve el emeği olduğu her halinden belli olan elbiseler vardı.

Aynanın yanında beliren kapıya doğru ilerlerken aynı kapıdan genç, sarı saçlı kızın çıkmasıyla yerimden sıçradım.

Elimi gümbürdeyen kalbime götürürken "İyi misiniz?" diye sordu.

Başımı aşağı yukarı sallarken "Çok iyiyim," dedim.

"Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?"

"Bayan Renowned beni buraya yönlendirmişti,"

"Ruth Renowned? Evet, burada. Beni izleyin," diyerek çıktığı kapıdan tekrar içeri yöneldi. Hemen arkasından onu takip ederek arka bahçeye çıktık. Evlerin arasında oluşturulmuş cennet gibi yemyeşil ağaçların çepeçevre sardığı küçük bir bahçeydi. Bayan Renowned, Sophia Grant ve henüz tanımadığım yaşlı kadınla masada oturuyorlardı.

Yanlarına ulaştığımda daldıkları hararetli sohbeten sıyrılarak bana döndüler "Merhaba," diyerek onları selamladım.

"Merhaba, küçük hanım," dedi masanın başındaki yaşlı kadın. Griye çalan mavi gözleri beni derinlemesine incelerken gülümsedim.

Sana Ait | Vincent Serisi 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin