Birinci Kısım | Dördüncü Bölüm

52.4K 3.3K 4.4K
                                    

1969

Göz ardı edilen bir geçmiş, ulu bir ağacın toprak altındaki kökleri gibidir. Orada olduğunu daima bilirsiniz. Silinmeye çalışılan hatıralar, her zaman zihnin karanlık kısımlarında saklanır. Bu, anıların yeniden ortaya çıkması için bir kırılma anı yeterlidir. Küçük Aynur, Diyarbakır'daki köyünden ayrıldıktan sonra hayatın onun için planlarından bihaberdi. İstanbul'a gelişinin üçüncü yılında artık neredeyse her şey düzene oturmuştu. Kaldığı yurttan yetişkin bir birey olarak ayrılmasına yalnızca iki yılı vardı. Bu iki yılın sonunda yurttan ayrılacak, annesini yanına alıp rahatça yaşayabilecekleri bir eve çıkacak hâle gelene kadar bulaşıkçılık yaptığı lokantanın deposunda yaşayacaktı. Her şey hazırdı. Geriye yalnızca büyümek kalmıştı. Üç yıllık süre boyunca zihni fazlasıyla olgunlaşmış, olaylara ve kişilere karşı bakış açısı tamamen değişmişti. Şeytanın onu annesinin güvenli kollarından ayırışının yıl dönümü yaklaşıyordu. Her sene bu zamanlar, İstanbul'a geldiğinde ilk gördüğü yere, Kız Kulesi'ne gider, tıpkı o gün yaptığı gibi bayatlamış bir simit alır ve tüm gün kuleyi izlerdi. O orada otururken gelip geçenler, kulenin tam karşısındaki bankta oturan o kızın şeytanla yüzleştiğini bilmezlerdi. Yurda yerleştirilmesinin ikinci haftasında ona okula başlayabileceğini söylediklerinde fazlasıyla heyecanlanmıştı. Öğrenmeye ve bilgiye olan açlığı, içinde bulunduğu durumun çaresizliğini unutturacaktı. Annesine olan özlemini ders çalışarak dizginleyecek, bir gün onu bir diğer şeytan olan babasının elinden kurtaracaktı. Hemşire olmayı çok istiyordu. Kaldığı yurda giden yol üzerindeki hastanenin önünden geçerken hastane bahçesindeki hemşirelere imrenerek bakardı. Ama hiçbir şeyin istediği gibi olmayacağını çok erken anladı. Hayat, on üç yaşında nasıl çelme atıp onu düşürdüyse, on dördünde gerçeklerin ilk tokadını yemişti. Yaşadığı coğrafyanın ağız özellikleri yüzünden okulda alay edildi, hırpalandı. Vazgeçmedi, direndi ancak akranlarının sahip olduğu olanaklara sahip değildi. Bardağı taşıran son damla, çocuklardan birinin onun arkasından "Annesiz!" diye bağırması oldu. O günden sonra bir daha okula adımını atmadı. Hemşire olmayı bir daha hiç hayal etmeyeceğini defterine yazdı ve defteri Kadıköy sahilinden boğazın sularına bıraktı. Yurttan her gün okul için çıktı ve dönüş saatine kadar çalışabileceği bir iş buldu. Kısa sürede kendisini hem çalıştığı lokantanın sahibine hem de esnafa sevdirmişti. Bulaşıkçı olarak başladığı işin ikinci yılında sürekli merakla izlediği aşçının yardımcılığına kadar yükselmiş, elinin lezzeti ve hünerleriyle herkesin gözdesi oluvermişti. Bir şeylerin iyiye gidişi, annesine olan özlemin biteceği günlerin yakın olduğunu hissettiriyordu. Şeytanın ortaya çıkışının arifesinde, yeniden Kız Kulesi'nin karşısındaki banka gidecekti. Annesinden gelen mektubu Kadıköy Postanesinden alıp rıhtımdan Üsküdar'a giden dolmuşlardan birine bindi. On dakikalık yolculuğun ardından kuleyi gören banka koşup oturdu. Annesinin, yaptığı iş hakkında neler söyleyeceğini merak ediyordu. Onun takdirini kazanmak en büyük gayesiydi. Onu, babasından kurtarmak tek amacıydı. İşte o anda hayat, asıl tokadını atacaktı küçük Aynur'a. Bildiği tüm gerçekler yerle bir olacak ve bir amacı kalmayacaktı. Elindeki mektup zarfını açtı.

"Sevgili Aynur,

Bu mektubun sana ne zaman ulaşacağını bilmiyorum. Üzülerek kaleme alıyorum ki 3 Kasım gecesi baban Mustafa Yılmaz, annen Mihriban Yılmaz'ı, erkek kardeşlerin Mustafa ve Berzan Yılmaz'ı öldürdükten sonra kendi canına kıymıştır. Köy camisinde cenaze namazları kılındıktan sonra naaşları köy mezarlığına defnedilmiştir. Allah, sana sabır versin.

Ambar Köyü Muhtarı
Şiyar Dağdelen"

Zaman sanki bir anlığına durdu ve gökyüzü dünyanın üzerine yıkıldı. Tüm o yükün altında ezilerek yaşlı gözlerle tekrar tekrar okudu mektupta yazanları. Babasının böyle bir şey yapabilecek kadar kötü bir insan hâline gelmesinde evden kaçışının etkisinin olup olmadığını bilmiyordu ama artık annesinin olmayışı ondan bir daha mektup alamayacak olması ve milyonlarca insanın yaşadığı şu dünyada tek başına kaldığını anlaması, yüreğine taş gibi oturdu. Daha annesinin, kardeşlerinin acısını hissedemezken yalnızlık bulutları öyle sert bir karanlıkla kapladı ki etrafını gözleri görmez, kulakları duymaz oldu. Oturduğu banktan kalkıp birkaç adım attı denize doğru bilinçsizce. Yüzme bilmezdi. O an bıraksaydı kendini boğazın soğuk sularına, kimse annesinin peşinden gittiğini fark etmezdi. Kimse onun neler çektiğini, nelere katlanmak zorunda olduğunu bilmezdi. Yurt görevlileri onun yurttan kaçan öğrencilerden biri olduğunu düşünür, çalıştığı lokantanın sahibi ise birkaç gün endişelenirdi yalnızca. O artık kimseydi, kimsesizdi. Bir daha okula gitmemesine sebep olan çocuğun dediği gibi o, annesizdi. Kız Kulesi'nin tam karşısında ölmeyi diledi. Güçlü çığlığı, güneşin bulutların ardına saklandığı bir cuma günü yankılandı İstanbul Boğazı'nda. Ölmeyi istedi. Çok istedi ama kendinde o cesareti bulamadı. Bunun yerine koşmaya başladı Üsküdar sahili boyunca. Belki bir anlığına fikri değişir ve bırakıverirdi kendini. Güçsüzleştiğini hissettiği anda, denizin kenarındaki kayalıklardan birine yıkıldı küçücük bedeni. Kararmak üzere olan gökyüzüne, bulutlara baktı. Dakikalarca aktı gözyaşları. Acı dolu yüreği çaresizlik ateşlerinde yanarken zihnindeki karanlık henüz çekilmeye kararlı değildi. Ölmek, yok olmak üzerine olan dileği evren tarafından duyulmuştu birkaç metre ötesinde.

Herkes Uykuya Daldığında | Yaşam Ağacı (KİTAP)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin